Cehaletten Boğulup Sıtmadan Ölmediysek; Bunu O'na Borçluyuz

Konusu 'Mustafa Kemal Atatürk' forumundadır ve dilarasultan tarafından 27 Aralık 2014 başlatılmıştır.

  1. dilarasultan

    dilarasultan Profesyonel Üye www.pembeoje.com

    “Düşünüş biçimi zayıf, çürük yanlış sefih olan bir sosyal topluluğun bütün çabası boşundadır.
    İtiraf etmek zorundayız ki bütün İslam
    dünyasının sosyal toplumlarında hep yanlış
    düşünce biçimleri egemen olduğu için doğudan
    batıya kadar İslam memleketleri düşmanların
    ayakları altında çiğnenmiş ve düşmanların esaret
    zincirine girmiştir.”

    Atatürk-20 Mart 1923-Konya
    Bugün Cumhuriyetimizin 88. yıldönümü. Türk insanının padişahın kullarından özgür bireyler haline getirilmesinin, kadının köle durumundan kurtarılıp erkekle eşit kılınmasının, aşağılanan, dışlanan Türklere kimliklerinin ve kişiliklerinin yeniden hatırlatılmasının, akıl ve bilimin gücünün vurgulanmasının, kısaca bu milletin yeniden insan onuruna yakışır biçimde yaşamaya başlamasının 88. yıldönümü.
    Kutlu olsun!
    Cumhuriyet Devrimi (Kurtuluş Savaşı ve sonrasındaki yenilikler) Atatürk’ün kafasında ilk gençlikten beri biçimlenen, tecrübeyle, bilgiyle harmanlanan, zaman içinde olgunlaşan ve yeri ve zamanı geldikçe aşama aşama düşünceden uygulamaya geçirilen bir uygarlık projesidir.

    Atatürk, 1918’de I. Dünya Savaşı’ndan 550.000 kayıpla çıkan, Mondros Ateşkes Antlaşması’yla orduları dağıtılan, ağır silahları elinden alınan, tünelleri, demiryolları, tersaneleri, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, telgraf hatları ele geçirilen, bu da yetmezmiş gibi elindeki son toprakları da emperyalistlerce işgal edilen, kapitülasyonlar altında ezilen, sanayileşmemiş, aşiret ve tarikat kıskacında, aydınlanmamış, geri kalmış yıkık ve perişan bir ülkeyi önce bağımız sonra çağdaş bir ülke haline getirmeyi başarmıştır.

    Yoksul, perişan, cahil, yılgın, moralsiz ve emperyalizmle kuşatılmış ve kışkırtılmış bir topluluktan önce bir “birlik”, sonra bir “ordu” sonra da bir“millet” yaratmıştır.
    Atatürk, emperyalist ve kapitalist Avrupa’ya, “Biz tüm ulus olarak bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı bütün ulusça savaşan insanlarız” diyerek baş kaldırmış ve kazanmıştır.
    Böylece dünyada ilk kez bir adam ve o adama inana bir millet, eli kanlı emperyalizmi dize getirmiştir.
    Bu büyük başarı Atatürk’ü ve Türk milletini ezilen-sömürülen Doğu’nun bağımsızlık sembolü haline getirmiştir. İslam dünyasına göre o, Hıristiyan emperyalizmini dize getiren “ALLAH’IN KILICIDIR”
    Prof. Arnold Tyonbee, bu gerçeği şöyle ifade etmiştir: “Türk ulusu kendisi için savaşırken aynı zamanda yoksul ülkelerin de savaşını vermiştir. Kendisine karşı kabaran sel sularını Ankara kapılarında durdurarak İzmir’e, Trakya’ya, İstanbul’a doğru süren Türklerin başlattığı yeni akım belki de Irak, Suriye, Filistin, Mısır, Tunus, Cezayir ve Hindistan’a dek etkisini sürdürecek ve bu ülkeleri kaplayan Batı selini sürükleyip götürecektir.”
    Atatürk, emperyalizmin ezberini bozan ilk ve tek doğuludur: Önce yetersiz insan gücü, yetersiz silah ve cephane, yetersiz bilgi, yetersiz para ve yetersiz moral gücüyle sanayileşmiş, bilgili, zengin ve şımarık emperyalizmi yenmiş; sonra da ortaçağ kalıntısı, geri kalmış, yoksul, bağımlı, bilgisiz ve sağlıksız bir “ümmet” imparatorluğundan çağdaş bir “ulus” yaratmıştır.
    Atatürk, hiç abartısız önce bir vatan, sonra bir millet sonra da bu vatanda bağımsız yaşayacak millete çağdaş (uygar) bir gelecek hazırlamıştır.
    Dünyanın hiçbir döneminde ve hiçbir yerinde bir millet için bu kadar çok şey yapan başka bir lider daha yoktur.

    Özetlemek gerekirse Atatürk bu milleti iki kere kurtarmıştır: İlk kurtuluş; akılla-silahla-imanla-cesaretle- kazandığı Kurtuluş Savaşı, ikinci kurtuluş ise; akılla-kalemle-bilgiyle-azimle kazandığı Uygarlık Savaşı’dır
    Elimizde Yokluk ve Yoksulluk Var İsmet.
    Atatürk, cumhuriyetin ilanından bir gün sonra 30 Ekim 1923’te İsmet Paşa’yı köşke davet ederek, ona ülkenin içinde bulunduğu durumu, Osmanlı’dan devralınan mirası anlatmıştır. Atatürk sözlerine,“Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz…” diye başlamıştır.
    Atatürk çok haklıdır….

    Osmanlı’dan Cumhuriyete kalan miras, işgal altında bir vatan, bolca dış borç, yoksulluk, yoksunluk ve bir de bağnazlıktır.
    İşte genç Türkiye Cumhuriyeti’ne 1923 yılı itibariyle Osmanlı’dan kalan miras:
    « Nüfusun % 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bir bölümü yerleşik değil göçebe. 40 bin köyün 37 bininde ne okul var, ne posta ne de dükkan. 40 bin köyde yaklaşık 11 milyon insan yaşıyor. Bu insanların ancak % 2’si okur-yazar. 35.000 köyde okul yok. 1922 istatistiklerine göre 1950 köyde sığır vebası var.
    « Düşmanların tümüyle yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmak gerekiyor.
    « Dört mevsim kullanılabilir karayolu yok denecek kadar az. Kışın batağa dönüştüğü için geçilmesi çok zor.
    « 4.000 km kadar demiryolu var Anadolu’da. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz bir demiryolu ağı. Vatanın bütünlüğünü sağlamak için ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamak lazım.
    « Denizciliğimiz acınacak durumda. Donanma, II. Abdülhamit döneminde Haliç’te çürütülmüş.
    « Köylü topraksız. Sabanı ve öküzü bile yok. Doğu’da, Cumhuriyetle de insanlıkla da bağdaşmayan aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni var.
    « Her yerde tefeciler, spekülatörler, savaş zenginleri halkı eziyor.
    « Çok az tarım mühendisi var. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getiriyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.
    « Tüm Türkiye’de sadece 337 doktor var. 150 kadar ilçede doktor yok. Doktor başına 30.000 kişi düşüyor. Sağlık memuru sayısı 434. Pek az şehirde eczane var. Türkiye’deki toplam eczacı sayısı 60.
    « Salgın hastalıklar insanımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta denebilir. Bebek ölüm oranı % 60’ı geçiyor. Ebe sayısı çok az. 40 bin köye karşılık diplomalı ebe sayımız 136.
    « Telefon, motor ve makine yok denecek kadar az. Teknolojiden yoksun bir ülkeyiz. Radyo ve sinema yok…
    « Ekonomik hayatımız da içler acısı bir halde. Kapitülasyonlar belimizi bükmüş, tarım ilkel yöntemlerle yapıldığı için ve topraklar bilinçsiz kullanıldığı için üretim çok az.
    « Bütün sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Şeker, un ve hatta kiremiti bile ithal etmek durumundayız. Avrupa’nın her çeşit malı için açık pazar halindeyiz.
    « Toplam sanayi kuruluşumuz 282. Ağırlığı gıda, dokuma ve deri sanayi oluşturuyor. Bu kuruluşlardaki sermaye ve emeğin sadece % 15’i Türklerin. Geri kalanlar yabancı ve azınlıkların. Madenler, limanlar ve demiryolları yabancıların elinde.
    « Osmanlı’dan bize kalan sadece dört fabrika var: Hereke İpek Dokuma, Feshane Yün İplik, Bakırköy Bez ve Beykoz Deri fabrikaları.
    « Sanayi gelişmemiş, iktisatçımız da çok az. Çoğu bilip okuduğu kavramların dışına çıkamıyor. Mühendisimiz olmadığı gibi ara elemanımız da yok.
    « Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı kentlerde var.
    « Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı 400.000’i geçmiş. Göçmenlere ordunun yiyecek stoklarından yardım ediliyor.
    « Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi ise hiç çözülmemiş bir sorun olarak duruyor. Erkeklerin % 7’si, kadınların %04’ü okuma yazma biliyor. Kürtler arasında okuma yazma oranı %01 bile değil.
    « Tüm ülkede 337.618 ilkokul öğrencisi var. Bu zorunlu öğrenim görmesi gereken çocuğun sadece dörtte biri. Ülkede toplam 4.770 ilkokul bulunuyor. Tüm ülkede sadece 153 ortaokul ve lise var. Ortaokullarda sadece 543, liselerde 230 kız öğrenci okuyor. Öğretmenlerin üçte biri öğretmenlik eğitimi görmemiş. Bizim okullarımızın azlığına ve niteliksizliğine karşın yabancıların çok sayıda nitelikli okulu var.
    « Medreseler askerden kaçma yeri ve bağnazlık yuvası durumunda. Hurafeleri din diye öğreten ve öğrencilere “salavatı tefriciye” çektiren bir anlayış egemen. Medreselerde Türkçe yasak.
    « Ülkede sadece bir üniversite var. O da yüksek Medrese düzeyinde eğitim veriyor. Çağın gelişmelerine kapalı. Akıl ve bilim çoktandır unutulmuş.
    « Halk kitap okumuyor. 1729’dan 1830 yılına kadar 100 yıl içinde Osmanlı’da basılan toplam kitap sayısı sadece 180. Aynı sürede Batı’da basılan kitap sayısı ise 90.000. Basının toplam tirajı 100.000’i geçmiyor. Gazeteler ve dergiler, sadece İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlerde az sayıda okuyucu bulabiliyor.
    « Kitap yok, kütüphane yok, müze yok, tiyatro yok, sinema yok, radyo yok; halkı aydınlatacak, bilinçlendirecek, eğitecek kurumlar yok. Halk adeta kendi kaderine ve cami imamının, tarikat şeyhinin, Medrese ehlinin bilgisine ve insafına terk edilmiş durumda.
    « Halk müziğe, heykele, tiyatroya, sinemaya, baloya, sanata, spora çok uzak.
    « Halkta tarih bilinci yok. Tarih denince peygamberlerin ve padişahların hayat öyküleri anlaşılıyor. Bir çok tarihi eserler yurt dışına kaçırılmış. Antik tarihten ve Arkeolojiden anlayan insan sayısı bir elin parmakları kadar.
    « Türkçe ihmal edilmiş, sözcükler unutulmuş. Türkçe Türkçeliğini yitirdiği için dilin adına Osmanlıca denilmiş. 600 yıldan fazla bir zaman içindeki özensizlik nedeniyle Arapça-Farsça ve Fransızca Türkçeyi adeta istila etmiş. Dahası eklemeli ve sesli harf sayısı çok fazla bir dil olan Türkçe, Türkçeye hiç uymayan çekimli ve sesli harf sayısı çok az bir dil olan Arapçanın alfabesiyle yazılmaya çalışılıyor.
    « Kadınlar ikinci sınıf, medeni, sosyal ve siyasal haklardan yoksun. Kadın erkek eşitliği yok. Bir gün kadınların da erkeklerle eşit haklara sahip olacakları, avukatlık, hakimlik, pilotluk, profesörlük, milletvekilliği, atletizm yapabileceklerini hayal bile etmek mümkün değil.
    « Bir çok tarikat hayata yöne vermeye çalışıyor. Mezhep çatışmaları hat safhada. Falcılar, büyücüler, şeyhler, şıhlar ayrıcalıklı konumda. Din istismarı çok yaygın.
    « 600 yıl boyunca Türkler ihmal edilmiş. Yönetim dönme devşirmelere bırakılmış. Türkler, devlet yönetiminden dışlanmış, sadece köylü, çiftçi ve asker olabilmiş. Bu nedenle de kimliğini, kişiliğini ve kendine güvenini kaybetmiş.
    « Hukuk sistemi, yargı sistemi, anayasal düzen, hatta takvim, saat, ölçüler bile çağa uymayan bir durumda. Kılık kıyafet, “ne milli ne beynelmilel”, gülünç durumda…
    « Biat kültürü hakim, 600 yıldan fazla devam eden saltanat sistemi içinde halkın kaderi hep padişahın iki dudağı arasında olmuş. Padişah “rai” (çoban) mantığıyla “reaya”(sürü) diye gördüğü halkı gütmüş. Saray, devlet adamları, din adamları, gayrimüslim zenginler ayrıcalıklı “havas” yani üstün sınıf, Müslüman Türk halkı ise alt tabaka, yani “avam” olarak görülmüş.


    İşte Cumhuriyet mucizesi bu korkunç tabloyu çok kısa bir sürede tamamen tersine çevirmiştir. Bu yokluk, yoksulluk ve geri kalmışlık içinde Atatürk ve çevresindeki “devrimci kadro”, sadece 15 yıl gibi çok kısa bir sürede dünyaya parmak ısırtacak bir başarıya imza atmıştır.
    Üstelik ATATÜRK Cumhuriyet mucizesine imza atarken, ilk on yıl içinde bir büyük isyan (Şeyh Sait İsyanı), irili ufaklı çatışmalar, iki kısmı seferberlik ve bir büyük dünya krizi yaşanmıştır. Kısıtlı bütçesine rağmen yabancılardan çok fazla borç almadan kalkınmayı başarmıştır. Cumhuriyet, İzmir İktisat Kongresi’yle başlayan kalkınma sürecinde denk bütçe, açık diplomasi, “yurtta barış dünyada barış” ilkeleriyle hareket etmiştir. Milletler Cemiyeti’ne ancak davet edilince girmiştir. Bu dönemde % 10 kalkınma hızı, %20 sanayileşme hızı yakalamıştır. Son beş yılda ise, bir büyük isyan (Dersim İsyanı) ve irili ufaklı çatışmalar, Hatay ve Boğazlar sorununa rağmen Devletçi ekonomiyle ve kalkınma planlarıyla fabrikalarını, demiryollarını, bankalarını kurmuş ve büyük bir hızla sanayileşmiştir. Halkçılık ilkesi doğrultusunda halkevleri, halkodaları, köy öğretmen okulları, köy okulları, millet mektepleri, enstitüleri, yüksek okulları ve üniversitesini kurarak halkı bilinçlendirmiştir. 15 yıl gibi kısa bir sürede, ortaçağ kalıntısı geri kalmış bağımlı bir toplumdan çağdaş bir ulus yaratılmıştır. Neresinden bakarsanız bakınız bunun adı Atatürk ve Cumhuriyet Mucizesi’dir.

    İşte Atatürk ve Cumhuriyet mucizesinin kısa bir bilançosu:
    « Kurtuluş Savaşı boyunca “milli egemenlik” ilkesi doğrultusunda hareket eden, emperyalist kuşatmayla çevrilmiş ve demokrasi geleneği olmayan bir ülkede “ille de meclis, önce meclis” diyerek milletin temsilcilerinden oluşan TBMM’yi açan, bütün bir ölüm kalım savaşını bu halk meclisiyle birlikte yürüten, daha sonra “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyerek 600 yıllık Osmanlı saltanatını yıkan, siyasal kültürü artırmak için bir siyasi parti kuran (CHP), Cumhuriyeti ilan eden, hilafeti kaldıran ve kadınlara seçme seçilme hakkı veren ve iktidarı denetlemek için bir parti daha kurup (SCF) demokrasinin alt yapısı hazırlayan Atatürk böylece, 600 yıldan fazla bir zamandır sultanlar-padişahlar-halifeler tarafından “rai” (çoban), “reaya” (sürü) mantığıyla güdülen bir “kul” kitlesinden, özgür iradesiyle kendi kaderini kendisi belirleyen“bireyler” yaratmıştır. Cumhuriyet sayesinde kul bireye, ümmet millete dönüşmüştür. Bu gerçek anlamda “devrimci” bir dönüşümdür. İslam dünyası bugün hala Atatürk’ün yüzyılın başında yaptığı bu dönüşümü yapamamanın sıkıntılarını çekmektedir. İki dünya savaşı arasında meclisleri açık olan ve bir şekilde demokratik işleyişe sahip olan ülke sayısı Avrupa’da 5 Amerika’da 5 olmak üzere toplam 10 ülkedir. Türkiye de bu ülkelerden biridir. Dünya’da, 1920’de sadece 35 anayasal ve seçilmiş hükümet varken, bu sayı 1938’de 17’ye düşmüştür. 1944’de ise tüm dünyadaki 64 ülkenin sadece 12’si meclise ve anayasal düzene sahip, demokrat olarak adlandırılabilecek ülkelerdir. Türkiye de bu ülkelerden biridir. Türkiye, KADINLARA SEÇME SEÇİLME HAKKI VERME konusunda İslam dünyasında “1.”, Avrupa’da “7.”, Dünya’da “12.” sıradadır. Demokrasi ve kadın hakları konusunda oldukça geri kalmış bir İslam ülkesi olan Türkiye’nin bu başarısı, kelimenin tam anlamıyla göz kamaştırıcıdır. Avrupa’da faşist diktatörlüklerin kol gezdiği bir ortamda Atatürk demokrasiyi, “İnsan ırkının ümidi” ve “daima yükselen bir deniz”olarak adlandırmış ve bu doğrultuda Türkiye’yi demokrasiye hazırlamıştır. Nitekim bu hazırlıklardan sonra Türkiye 1946’da çok partili hayata 1950’de de demokrasiye geçmiştir.
    « Atatürk, 600 yıldır Türkleri “etrak-ı bi idrak” diye merkezden çevreye dışlayan, onları çiftçi-köylü ve asker yapan, devlet yönetimini tamamen Hıristiyan-Yahudi-dönme-devşirme-soylu unsurlara bırakan, Kürtleri kullanma karşılığında onların aşiretleşmelerine ve fedaileşmelerine izin veren zihniyete son verip Türkleri yüzyıllar sonra yeniden çevreden merkeze taşımıştır. Cumhuriyetle Türklere devlet kapıları yeniden açılmış, ülke yönetimi saltanat soylularının elinden alınarak halka verilmiştir Cumhuriyetle birlikte, yüzyıllar sonra ilk kez bu ülkede dönme-devşirme-saltanat soylusu olmayan sıradan halk kitleleri başbakan, cumhurbaşkanı ve bakan olabilmişlerdir. Yakın tarihimizde, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan gibi “halkın içinden gelmekle” övünen kişilerin ülke yönetiminde söz sahibi olmalarının tek nedeni Atatürk’ün ve Cumhuriyetin Osmanlı’nın dönme-devşirme-soylu saltanatına son vermiş olmasıdır. Ama Atatürk ve genç Cumhuriyet sayesinde bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı olan bu kişiler, Atatürk Cumhuriyeti’ni “jakoben” (tepeden inmeci) ve seçkinci” olarak adlandırmışlar, kendilerini Osmanlı sultanlarıyla özdeşleştirmişlerdir. Akıl tutulması bu olsa gerekir. Türk Tarih Kurumu’nu, Türk Dil Kurumu’nu, Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ni kurmuş, Türk Tarih Tezi’ni ve Türk Dil Tezi’ni geliştirip Türkçenin yapısına uygun Yeni Türk Harflerini (Göktürk- Etrüsk- Latin Harfleri) kabul etmiş, Türk ağızlarında tarama ve derleme çalışmalarıyla unutulmaya yüz tutmuş Türk dilini yeniden açığa çıkarmış, böylece Osmanlı’da tarihini, dilini, dolayısıyla kimliğini ve kişiliğini kaybetme noktasına gelen Türklere yeniden dilini, tarihini; kısaca milli kimliğini anımsatmıştır.“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diyerek deTürkiye’deki herkesi, ırkına, cinsine, dinine bakmaksızın “Türk milleti” diye adlandırmıştır.
     
    Yönetici tarafından düzenlendi: 27 Aralık 2014

Sayfayı Paylaş