Ailesi ve Çocukluğu

Konusu 'Mustafa Kemal Atatürk' forumundadır ve Çilem tarafından 27 Aralık 2014 başlatılmıştır.

  1. Çilem

    Çilem Profesyonel Üye www.pembeoje.com

    Ailesi


    Anne ve Babası; Zübeyde ve Ali Rıza

    Zubeyde Hanım gülümserken. 1918 yılında İzmir'deki evinde.

    Zübeyde Hanım'ın evlenmeden önce ailesiyle beraber yaşadığı yerleşim yeri olan Langaza vilayeti.
    Zübeyde Hanım
    Zübeyde Hanım, bir Türkmen ailesi olan Hacı Sofi ailesinden gelen babası, Sofuzade Feyzullah Sadullah Ağa ve annesi Ayşe Hanım'ın kızıdır. Kökeni Konya ilinin Karaman ilçesine uzanmaktadır. Ailesi, Fatih Sultan Mehmed Han (II. Mehmet) zamanında İzmir'den Rumeli topraklarına göç etmiş ve son olarak şuanki Yunanistan'ın Selanik şehrine göç ederek Langaza olarak bilinen yere yerleşmişlerdir. Zübeyde Hanım, miladi takvime göre 1857 yılında (Hicri, 1273) Langaza vilayetinde dünyaya gelmiştir. Zübeyde; sükunet sahibi, aklı başında, muhafazakar bir kişiliğe sahip olmanın yanında zeki bir kişidir aynı zamanda. Güzel bir görünüşe sahip olan Zübeyde, koyu mavi gözlere, sarıya çalan kumral ve dalgalı saçlara sahipti. O dönemin şartları neticesinde bayanların okula gönderilmesi ve okumak istemesi normal karşılanmadığı ve okur yazarlığın pek olmadığı bir dönemde kendisi okuyabiliyor ve yazabiliyordu. Annesi, Ayşe Hanım gibi. Bu yüzden kızı Zübeyde'de kendisi gibi çevresinde adının yanında "Molla" lakabı ile anılacak, yaşadığı çevrede "Zübeyde Molla" şeklinde tanınacaktı.
    Günlerden bir gün Zübeyde Hanım, yorgan doldurma esnasında yorgan inesini kaza ile bacağına saplar. İğneği burada çıkartarak riske girmek istemeyen aile, O'nu bir saat mesafedeki Selanik'e götürecek ve oradaki hekimlere çıkartıracaklardı. Aile yola koyulur ve Selanik'e vararak doğruca Hekimin yanına giderek ineği çıkartırlar. Daha sonra Zübeyde Hanım'ın ailesi evlerine Langaza'ya dönmek isterler ancak Zübeyde buna karşı çıkarak bir müddet daha Selanik'te kalmak ister ve dediği olur.
    Ali Rıza Efendi

    Ali Rıza Bey'in bu Fotoğrafı, Selanik'teki Asakir-i Milliye Taburunda çektirdiği sanılan bir diğer fotoğraf

    Ali Rıza Bey'in bu Fotoğrafı, Selanik'teki Asakir-i Milliye Taburunda Subaylık görevini yerine getirdiği sıralarda çekildiği sanılıyor.
    Kesin olarak bilinmemekle beraber Ali Rıza Efendi 1839 yılında dünyaya geldiği bilinmektedir. Soyu itibariyle Osmanlı Devleti'nin Makedonya ve Yunanistan'da Tesella adı verilen bölgeyi Türkleştirme Politikası çerçevesinde 1460 yılında Makedonya'nın Manastır Vilayeti'nin Debre-i Bala Sancağı'na bağlı Kocacık Köyü'ne; oradan 1830'larda Selanik'e göç etmiş olan Kocacık Yörüklerindendir. Kocacık Yörükleri, Orta Asya'dan gelerek Anadolu'da Konya-Karaman Bölgelerinde yaşayan "Kızıloğuz" Türkmenlerindendir. Babası Kızıl Hafız Ahmet Efendi ve Amcası Kızıl Hafız Mehmet Emin Efendi'nin taşıdıkları "Kızıl" lakabı da buradan gelmektedir.(kaynak:VikiPedi)
    Çocukluğu ve gençliği hakkında fazla bilgi ve belge bulunmamakla beraber, ilk okulunu Abdi Hafız Mahalle Mektebi'nde okumuştur. Selanik şehrinde Evkaf İdaresi olarak adlandırılan ve bu gün Vakıf İdaresi olarak bilinen kurumda bir müddet katiplik görevinde bulunduktan sonra Selanik'e yaklaşık 120 km. uzaklıkta bulunan Olimpos Dağı'nın eteklerinde ve Ege Denizi kyısında yer alan geniş bir ormanlık alan içinde bulunan Çayağzı yada Papazköprüsü olarak bilinen bölgede yer alan Gümrük Muhafaza Teşkilatı'nda Gümrük Muhafaza Memuru olarak görev alacaktır.

    Kardeşleri; Fatma, Ahmet, Ömer, Makbule ve Naciye
    Atatürk'ün büyük kız kardeşi; ablası, Fatma
    Ali Rıza ve Zübeyde çiftinin ilk çocukları Fatma idi. Fatma'nın doğum ve vefat tarihi konusunda net bir yıl verilememektedir. Doğumu 1871 yada 1872 olarak belirtilmektedir. Vefatı konusunda ise eldeki bilgiler ışığında çiftin üçüncü çocuğu yani Ömer'in doğduğu yıl olarak bilinmektedir.
    Atatürk'ün büyük erkek kardeşi; ağabeyi, Ahmet
    1874 yılında doğduğu tahmin edilmekte ve Çayağzı'ndan veya Papaz Köprüsü'nden ayrılmadan önce dönemin ölümcül ve salgın hastalıklarından birisi olan ve kuşpalazı olarak bilinen Difteri hastalığı nedeniyle vefat etmiştir. Ancak net bir tarih verilememekte ve 9 yaşına kadar yaşamış olduğu söylensede eldeki kronolojik bilgiler ışığında yanlış olduğu görülmektedir.
    Atatürk'ün büyük erkek kardeşi; ağabeyi, Ömer
    Ömer'de 1875 yılında dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. O'nun da yaşamı ablası ve Ağabeyi gibi kısa sürecek ve hayata daha çocuk yaşlarında veda edecekti. Abisi Ahmet gibi O'nunda ölüm nedeninin difteri olduğu sanılmaktadır. O dönemki sağlık koşullarının yanı sıra ailenin yaşamını sürdürdüğü yer olan Çayağzı bölgesi ozamanki sıradan yerleşim yerleriyle dahi kıyaslanamayacak derecede kötü şartlara sahipti. Gerek yiyecek gerek sağlık ihtiyacı gibi ihtiyaçların şehire inerek karşılanabiliyor olması, bölgenin iklimsel ve coğrafi yapısı yaşamayı yetişkin insanlar için yaşanmaz hale getirirken çocukların vefatı bir bir gerçekleşiyordu. Sonunda Ömer'de hayata veda edecek ve Hakkın Rahmetine nail olacaktı. Ömer'inde vefatı hususunda kesin bir kanı söz konusu değildir ancak yine eldeki kronolojik bilgiler neticesinde Ömer'inde Çayağzı'nda vefat ettiği sanılmaktadır.
    Atatürk'ün küçük kız kardeşi, Makbule

    Mustafa Kemal Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Hanım
    Makbule, Mustafa'dan sonra doğduğu bilinmekte ve doğum tarihi olarakta 1885 yılı gösterilmektedir. Mustafa'nın sonradan dünyaya gelecek ve vefat edecek kız kardeşi Naciye ile birlikte iki kız kardeşinden birisidir. Makbule'de Mustafa gibi ailenin Selanik'teki Islahane semtinin Ahmet Subaşı Mahallesinde bulunan üç katlı evinde doğduğu bilinmektedir. Makbule hanım saf bir kişiliğe sahipti. Mustafa Kemal (Atatürk), sonraki yıllarda bu saflığının neticesinde Makbule'nin olaylara verdiği tepkileri sık sık dile getirerek tebessüm içerisinde keyifli bir şekilde dile getirirdi. Babası Ali Rıza'nın vefat etmesi, annesi Zübeyde'nin Ragıp Bey ile evlenip bir müddet beraber yaşadıktan sonra 1913 yılında Birinci Balkan Savaşı patlak verir ve Balkan toprakları Osmanlı Devleti'nin elinden düşer bunun üzerine annesi Zübeyde ile beraber İstanbul'a taşınırlar. İstanbul'da Beşiktaş Akaretler'de bir eve yerleştiler. Cumhuriyet'in ilanı edilmesinin hemen ardından yine Annesiyle birlikte Ankara'ya gittiler ve Ağbeyi Mustafa Kemal (Atatürk) ile birlikte Çankaya Köşkünde ikamet ettiler. Burada bir müddet kaldıktan sonra Zübeyde hanım rahatsızlandı ve tedavisi için İzmir'e gitti. Daha sonra kendisi için Çankaya Köşkü Arazisi üzerine Camlı Köşk inşa edildi ve bir süre orada kaldı. Bu sırada Soyadı Kanunu çıkarılmış ve Makbule Hanım "ATADAN" soyadını almıştır. Sonraki dönemde Makbule Atadan, Mustafa Kemal (Atatürk)'in isteği üzerine Fetih Okyar'ın kurduğu Serbest Cumhuriyet Fıkrası'na(Partisi) girdi. Parti bir müddet sonra kapatılınca Makbule Atadan siyasetten çekildi. Partideki görevi sırasında Milletvekili Mecdi Boysan ile tanışan Makbule 1935 yılında Mecdi Bey ile evlendi. Mustafa Kemal (Atatürk)'in hayatı hakkında bilgi için kendisine başvurulan biriside olan Makbule Atadan, 18 Ocak 1956 yılında 71 yaşında hayata gözlerini yumarak bu dünyadan ayrılacaktır.
    Atatürk'ün küçük kız kardeşi, Naciye
    Kesin bir tarih söz konusu olmamakla beraber kronolojik sıralama ve Makbule Atadan'ın görüşleri neticesinde, Naciye'nin doğum tarihi 1893 olarak bilinmektedir. Makbule Atadan'ın anlattıklarına göre; babası Ali Rıza Efendi'nin vefat ettiği gün dadısının Naciye'yi yere düşürmesiyle ayağı kırılıyordu. Naciye yaşına rağmen uzun boylu, iri yapılı ve güzel bir kızdı. Fakat Naciye'de daha 10 yaşında bir çocuk iken vefat edecekti.


    Mustafa Kemal Atatürk'ün eşi Latife Hanım evlenmeden önce.
    Atatürk'ün Eşi, Latife Hanım (Uşaklıgil)
    Latife, 17 Haziran 1898 tarihinde İzmir'de dünyay gelmiştir. Babası, İzmir'in tanınmış ailelerinden Uşakizade ailesine mensup Muhammer Bey dir. İzmir Lisesi'nden mezun olduktan sonra Fransa'nın Paris şehrine giderek Sorbonne üniversitesi'nde öğrenimini görmesinin ardında İngiltere'ye giderek dil öğrenimi görmüştür. Mustafa Kemal Atatürk ile evliliği yaklaşık iki yıl sürmüştür. İlk Cumhurbaşkanı eşi olma ünvanıda Latife Hanım'a aittir. İstanbul'da ikamet ettiği sıralarda 1975 yılının 12 Temmuz günü 77 yaşında hayata gözlerini yummuştur.


    Atatürk'ün üvey babası; Ragıp Bey
    Ragıp Bey hakkında pek bir bilgi bulunmamaktadır. Eşi vefat eden Zubeyde Hanım'ın ikinci eşi olduğu bilinmektedir. Zubeyde Hanım'ın ve Ragıp Bey'in evlilikleri sırasında çocukları olmamıştır. Birinci Balkan Savaşı'nın çıkması sonucu bölgede barınmanın güçlüğü nedeniyle Zübeyde Hanım Ragıp Bey ile aralarındaki evliliği sonlandırmıştır. Falih Rıfkı Atay'a göre Mustafa Kemal Atatürk'ün üvey babası Ragıp Bey Birinci Dünya Savaşı sonrasında Selanik'te ikamet ettiği sıralarda vefat etmiştir.


    Atatürk'ün üvey kardeşleri; Süreyya, Hakkı ve Ruhiye
    Ragıp Bey ve vefat eden eşi Afet Hanım'ın üç çocuğu dünyaya gelmiştir. Bu çocuklar, Süreyya, Hakkı ve Ruhiye dir. Haklarında pek bir bilgi bulunmamaktadır. Süreyya Bey'in asker olduğu bilinmekte ve Mustafa Kemal'in askerliği seçmesindeki nedenlerden birisi olarak Süreyya Bey'e duyduğu sevgi ve hayranlık olduğu belirtilmektedir. Süreyya Bey Yüzbaşı rütbesinde askerliğini sürdürmesi sırasında vefat etmiştir. Hakkı Bey, yaşamının bir kısmını Türkiye'de geçirmiş ve demiryollarında kondüktörlük yapmıştır. Ruhiye Hanım ise Ahmet Fevzi adında eski Anadolu Ajansı mensubu bir memur ile evlenmiş ve Afet isminde bir kız çocuğu dünyaya gelmiştir.


    Mustafa Kemal (Atatürk)'in Ailesi ve Aile'nin Hayatı
    Rivayetlere göre Ali Rıza Efendi rüyasında sarı saçlı ve açık tenli bir kız görür ve ardından ortaya çıkan ak sakallı birisi "evleneceğin kız bu" der. Zübeyde ve ailesi Langaza'da evlerinde yaşadıkları sırada Zübeyde, yorganı doldurduktan sonra ağzını dikmeye başlar. Dikme esnasında dizine yorgan iğnesini batırıverir ve bunun üzerine ailesi Zübeyde'yi 1 saat uzaklıktaki Selanik'e doktora götürür ve İğne çıkarılır. Zübeyde ve yakınları rahat bir nefes alır. Aile Langaza'ya dönmek istemişsede Zübeyde Selanik'ten hoşlanmış ve bir müddet burada kalmak istemiştir. Bu sırada gördüğü rüyayı ablasınada açan Ali Rıza, ablasının Zübeyde'yi göstermesiyle rüyasında gördüğü kız olduğunun farkına varır ve durumu ailesinede bildirerek Zübeyde ile evlenmek istediğini dile getirir. O sıralarda 14 yaşında gencecik bir kız olan Zübeyde'nin annesi Ayşe Hanım, kimi zaman aradaki 20 yaş farkınıda sebep gösterek bu olaya sıcak bakmamış. Bir müddet şiddetle karşı çıkar fakat sonradan Ali Rıza'nın ricası üzerine Ayşe Hanım'ın üvey evladı ve Zübeyde hanımın da üvey Ağabeyi Hüseyin'in araya girmesiyle anne Ayşe Hanım evliliklerine onay vererek bu zorlu direnişine son vermiş. 1871 yılında Ali Rıza ve Zübeyde'nin nikahları kıyılarak evlenirler.
    Şemsi Belli'nin Makbule Hanım ile yaptığı ropörtajda anne ve babasının evlenmeden önce yaşadıklarını Makbule Hanım şöyle anlatmıştır :

    " Büyük pederim ve büyük validem, Selanik'e bir saat mesafedeki Langaza'da otururlarmış. Orada malları ve çiftlikleri varmış. Annem Zübeyde Hanım, bu çiftlikte büyümüş. O zaman güzel bir genç kızmış. Bir gün yorgan kaplarken dizine yorgan iğnesi batmış. İğneyi çıkartmak için hemen bir arabaya koyup Selanik'e getirmişler. İğne, doktor müdahalesiyle çıkarılmış. Ama Selanik'in havasını beğenen annem çiftliğe dönmek istememiş.

    Bu sıralarda Selanik'te bulunan ve henüz bekar olan babam, evleneceği kızı aramakla meşgulmüş. Bize naklettiklerine göre babam, annemi şahsen tanımadan evvel onu rüyasında görmüş. İşte bu sıralarda garip bir tesadüf babamı, rüyasında gördüğü genç kızla karşılaştırmış. Babam, annemi çok, pek çok beğenmiş. Zaten evlenmek niyetinde olduğu için derhal ailesinden istemiş. İstemiş ama, veren kim?

    Büyük validem bir hayli mukavemet göstermiş.

    'Vermem, benim evlendirecek kızım yok' demiş.

    Israr etmişler, rica etmişler. Nihayet büyük validem biraz yumuşamış.

    'Sırmalı kaftan isterim, sırmalı fotin isterim, şunu isterim, bunu isterim'
    demiş durmuş.
    O zaman babamın maaşı sadece 3 altın lira... Bu kadarcık para ile müstakbel kayınvalidesinin arzusuna cevap veremeyeceğini anlayan babam, işi başka şekilde halletmek çarelerini düşünmüş. Annemin üvey kardeşini bularak kendisine yardım etmesini rica etmiş. üvey dayım ne yapmışsa yapmış, büyük validemin de, annemin de gönlünü razı etmiş.

    Annem Zübeyde Hanım'la, babam Ali Rıza Efendi, işte bu şartlar içinde ve bu kadar engellerden sonra evlenebilmişler. "

     
  2. Çilem

    Çilem Profesyonel Üye www.pembeoje.com

    "İlgili yazı araştırmacı yazar ve televizyon sunucusu Can Dündar'ın yazılarından alınmıştır. İlgili yazıya buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Evlilikleri sırasında Ali Rıza, 34 yaşında idi. Hayatlarını, Ali Rıza Efendi'nin ailesiyle beraber ikamet ettiği; Selanik şehrinin Yenikapı semtinde yer alan evde sürdürecektir. 1871 yılında Ali Rıza ve Zübeyde'nin ilk çocukları ve aynı zamanda ilk evlat acılarıda olacak olan bir kız çocuğu dünyaya geldi. İsmini Fatma koyarlar ancak Fatma bir müddet sonra hayata veda eder. Ancak Fatma'nın vefat tarihi tam bilinmemekle beraber, ailenin Çayağzı'na taşınmadan önce vefat ettiği tahmin edilmektedir. Ama hayat devam edecek; 1874 yılında Ahmet ve 1875 yılında Ömer adında iki oğlan çocuğu dünyaya getirecektir.
    Ali Rıza Efendi'nin Gümrük Muhafaza Memuru olarak çalıştığı yer olan Çayağzı, o zamanlar Paşaköprüsü olarakta bilinirdi. Olimpos Dağı'nın Ormanlarla kaplı eteklerinde, Ege kıyısında yer alan ve Selanik'e 120 km. uzaklıkta olan Ormanlık bir bölge idi. Ne kasaba, ne köy olan ıssız, derme çatma bir yerdi. Başlıca tesisi bir gümrük karakolundan ibaretti. Bu gümrük karakolu bölgedeki kereste ticaretinin kontrolünü sağlamakta idi. Issız fakat ticari anlamda yüksek bir hacime sahip olan bu bölge, eşkiyaların kontrolü altındaydı. Selanik'in Yenikapı semti ile Çayağzı bölgesi arasındaki mesafe'nin günün şartları neticesinde fazla olması sebebiyle Ali Rıza, vefat eden kızı Fatma'yı geride bırakarak, eşi Zübeyde'yi ve çocukları Ömer ve Ahmet'i Çayağzı'na götürmüş ve yaşamlarını orada sürdürme kararı almışlardır.
    Bakımsızlığın ve kötü hava şartlarının, hüküm sürdüğü, yiyecek ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanamadığı ve devamlı olarak eşkiyaların saldırıları noktalarından birisi haline gelmesi burada yaşamayı imkansız kılmakta ve aile fertlerini özellikle çocukları kötü etkilemekteydi. Ali Rıza ve Zübeyde'nin iki küçük oğlu; Ahmet ve Ömer bu duruma daha fazla dayanamayacak; Önce Ahmet 9 yaşında yaşama gözlerini yumacak ardından da evin tek çocuğu Ömer 8 yaşında hayata veda edecekti. Vefat nedenleri olarak o dönem bölgede sıkça ve yoğun bir şekilde başgösteren kuşpalazı olarak bilinen Difteri salgınından olduğu söylenmektedir. Şartlar o kadar kötüdürki, anlatılanlara göre, vefatı gerçekleşen çocuklarından Ahmet, sahilde kumluk alanda bir mezara defin edilmiş ancak gece dalgaların şiddetiyle açığa vuran beden, çakalların saldırısına uğramıştır.


    Mustafa'nın doğumu ve Ailenin sonraki yaşamı


    Mustafa Kemal (Atatürk) Atatürk'ün Doğduğu ev, Pembe Ev
    Daha sonra Osmanlı Devleti ile Rus Çarlığı arasında başlayacak olan ve o zaman kullanulan Rumi Takvim'in 1293 yılına denk gelmesi nedeniyle 93 Harbi olarak bilinecek olan Osmanlı-Rus savaşı 1877 yılında meydana gelecektir. Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit döneminde meydana gelecek bu harp iki cephede meydana gelecekti. Birisi Kafkasya Cephesi bir diğeri Tuna Cephesi. Ali Rıza, savaşın patlak vermesiyle orduya çağrılır ve Selanik'te Asakir-i Milliye taburunda subay olarak görevini sürdürür. Daha sonra savaşın bitmesiyle ordudan ayrılan Ali Rıza, Memuriyet hayatınada son vererek, memuriyeti boyunca edindiği tecrübe ve bölgenin kerestecilik ve odun-kömür ticaretinin büyük kazanç getirdiğine şahit olması nedeniyle kereste ticaretine atılır. İşlerin yolunda gitmesi ve artık yaşanan acılardan da uzaklaşmanın verdiği istekle Aile Selanik'e geri dönecek ve artık yaşamlarını; Islahane semtinin Ahmet Subaşı Mahallesindeki, üç odalı ve üç katlı pembe renge sahip bir evde sürdüreceklerdi (Şu anki adresi; Apostolu Pavlu Cad. Numara: 75, Aya Dimitriya Mahallesi şeklindedir).
    M.K. Atatürk'ün kız kardeşi, Makbule Atadan'a göre Mustafa, Pembe Evde değil; babası Ali Rıza Efendi'nin ailesinin kaldığı Selanik, Yenikapı semtinde yer alan evde dünyaya gelmiştir.
    O günkü Yunan Hükümeti'nin direktifi üzerine, Selanik belediyesi 1933 yılında Pembe Evi Atatürk'e hediye etmiş, Türkiye Cumhuriyeti 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın isteği üzerine 1953 yılında ise müze haline getirilmiştir.
    Pembe Ev ile ilgili bir diğer anektod ise şöyledi;
    Selanik belediyesi'nin Pembe Evi hediye etmesinin ardından, Atatürk bu olaydan çok mutlu olmuş ve kız kardeş Makbule'ye durumu dile getirmiştir. Makbule bunun üzerine şunları söylemiştir:
    "Bilirsin ya ağabey, köşedeki pembe oda benim odamdı, yine bana ayrılsın. "

    Bu cevap Mustafa Kemal (Atatürk)'in çok hoşuna gitmiş ve fırsatını yakaladığı anlarda bu olayı büyük bir tebessüm ile dile getirirmiş.
    Ali Rıza burada Keresteci Cafer olarak tanınan Cafer Efendiyle ortaklık kuracak ve işleri yolunda giderek iyi kazançlar elde edeceklerdi. Ali Rıza ve Zübeyde çiftinin 1881 yılın bir kış ayında; sarışın, mavi gözlü bir erkek çocuğu dünyaya gelecektir. Dünyaya gelen bu küçük bebek Türk milletine ve Türkiye toprakları üzerinde yaşayan diğer topluluklar için adeta ALLAH'ın bir lütfu olarak üzerlerine doğacak; dünya'nın kaderini değiştirecek ve bir milletin kör talihini kırarak yok olmaktan kurtaracaktı. Ten rengi, göz rengi ve saç rengini annesinden alan bu küçük oğlan daha sonra belirginleşecek surat çehresini babasından aldığı görülecektir. İsmi Mustafa olacak olan bebeğin adını Babası Ali Rıza koymuştur. Nedeni olarak, kendisi küçük yaşlarda iken beşikten düşerek hayatını kaybeden kardeşinin adı olmasıydı. Çiftin dördüncü çocuğu olan Mustafa'dan sonra 1885 yılında Makbule isminde bir kız evlatları dünyaya gelecektir.
    Doğum tarihi hakkında
    Mustafa Kemal (Atatürk) Atatürk'ün doğum tarihi net olarak bilinmemektedir. Bilinen tek husus, Rumi 1296 yılı. Fakat gün ve ay bilinmediğinden dolayı Miladi takvim'e (Gregoryen) göre 1880 yılımı yoksa 1881 yılımı kestirilememektedir. Resmi kayıtlarda 1881 yılının 19 mayıs günü belirtilmiştir. Aşşağıda 19 mayıs olarak belirtilmesinin nedeni ve tartışmalarına yer verilmiştir. Ayrıca Doğum günü konusunda ortaya atılan iddialar ve çeşitli görüşler yer almaktadır. Burada bahsi geçen yazısal döküman araştırmacı yazar Sayın Ahmet Akyol'dan alınmıştır. İlgili sayfaya buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    1296'nın Rumi mi, Hicri mi olduğuna dair bir işaret olmadığına göre, 7 Kanunusani 1329 ( 20 Ocak 1914) tarihli Doğum Tarihleri Hakkındaki Şûrayı Devlet Kararı'na göre, bunun Rumi sayılması gerekir.

    Osmanlı Devleti'nde 1840 tarihinden itibaren Hicri(Kameri) ve Mali (Rumi) takvim birlikte kullanılmaya başlamış,bu takvimlerle ilgili 28 Şubat 1917 ve 1 Ocak 1918 tarihlerinde ay ve gün kaydırılmak suretiyle yeni düzenlemeler yapılmıştı.

    26 Aralık 1925 tarihinde 698 sayılı yasayla da, Miladi Takvim kabul edildi.

    Bu takvimlerin her birinde yıl, ay ve gün farklılıkları vardır. Dolayısıyla, basit mantık oyunları dışında, bu takvimler arasında karşılaştırma yapma, gerçekten zor ve karmaşık bir iştir.

    Rumi (Mali) 1296 yılı, kronolojik açıdan Miladi 13 Mart 1880'den 12 Mart 1881 tarihine kadar olan zaman dilimini kapsar.
    Mustafa Kemal (Atatürk) Atatürk'ün doğum tarihini yıl olarak gösteren en eski belge, 1899 yılında, İstanbul'da, Mekteb-i Harbiye-i Şahane (Kara Harp Okulu)'ye girdiği tarihte, okulun "1315 Duhüllülere Mahsus Künye Defteri"ne düşülen nottur:

    "
    Numarası 1283. Selanik'te Kocakasım Mahallesi, Gümrük memurlarından müteveffa Ali Rıza Efendi'nin mahdumu (oğlu), uzun boylu, beyaz benizli Mustafa Kemal (Atatürk) Efendi Selanik 96 (1296)
    "
    Atatürk'ün, ilk TBMM kurulduktan sonra, Meclis'e verdiği Tercümeihal Fişi'nde de doğum tarihi 1296 olarak gösterilmiştir.
    O dönemde ailelerin önemli bir bölümü yeni bir çocuğun doğumunu aile reisinin bir Kur'an'ın boş bir tarafına veya o zamanki evlerin demirbaş kitaplarından olan Ahmediye veya Muhammediye ciltlerinin bir kenarına kaydetmeleri alışkanlığı vardı.

    Zübeyde Hanım, evdeki iki Kur'an-ı Kerim'den birine çocukların doğumlarının yazıldığını, fakat Ali Rıza Efendi ölünce, başucunda sadece bir Kur'an-ı Kerim olduğunu, onda da hiçbir yazının olmadığını, belki de Ali Rıza Efendi'nin kayıtlı Kur'an-ı Kerim'i, devam ettiği camideki hocalardan birine hediye etmiş olabileceğini, söylemişti.

    Bizzat Atatürk de, doğum tarihinin evlerindeki Kur'an-ı Kerim'de yazılı olduğunu, sonra bu Kur'an'ın kaybolduğunu, bu sebeple doğum gününü bilmediğini söylemişti.
    Eskiden Resmi nüfus kütüklerinde, doğum tarihleri kaydedilirken, çoğu zaman sadece yılın yazılması, ay ve günün belirtilmemesi geleneği, cumhuriyetin ilk yıllarına kadar da sürmüştü. Fakat bu durum karışıklıklara neden oluyordu. Rumi 1296'dan Miladi takvime geçip, kesin doğum yılını belirleyebilmek için, doğum yapılan ayın, bazen de günün bilinmesi şarttır.

    Tarihçi ve Yazar Faik Reşit Unat ( 1899-1964), bu durumu öğrenebilmek maksadıyla, Selanik'e giderek Zübeyde Hanım'ın halen hayatta olan komşularıyla görüşmüştü. Ancak, aldığı cevaplar çelişkiliydi. Bazı komşularına göre Zübeyde Hanım, Mustafa'yı bir bahar mevsiminde, bazılarına göre zemheride ( ocak, şubat ayları) doğurmuştu.
    Atatürk :
    "Annemden işittiğime göre, bir bahar mevsiminde doğmuşum"
    Kardeşi Makbule Atadan'ın açıklaması daha değişikti; Annesinden duyduğuna göre, Atatürk fırtınalı bir gecede doğmuştu.
    Atatürk'ün doğum yılı ile ilgili önemli bir belge, Atatürk soyadının kabulünden ( 24 Kasım 1934) sonra, Ankara Nüfus Müdürlüğü tarafından yeniden düzenlenen ve günümüzde aslı İstanbul- Şişli'deki Atatürk Müzesi'nde bulunan son nüfus hüviyet cüzdanıdır.

    Atatürk'ün sağlığında ve şüphesiz onun onayı alındıktan sonra düzenlenen bu nüfus hüviyet cüzdanında, doğum yılı 1881 olarak gösterilmiştir.

    Buna göre, 1881 yılı, Atatürk'ün de kabul ettiği tarihtir.
    Atatürk'ün arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy der ki :
    "…Bazı biyografilerde 1880'de doğduğu ileri sürülürse de, 1881 doğumlu olduğu muhakkak gibidir. Hiç unutmam. Mütarekede İstanbul'da, bugünkü Atatürk Müzesi olan binada, bir akşam yemeğinden sonra, oturmuş, oradan buradan konuşuyorduk. Rauf Orbay da orada idi. Söz dönmüş dolaşmış yaş bahsine gelmişti."

    " Fuat Paşa' demişti, Rauf Bey'le ben senin ağabeyin sayılırız. Çünkü ikimiz de senden birer yaş büyüğüz"

    "Benim doğum tarihim 1882'dir."
    M.K. Atatürk'ün doğum gününün 19 Mayıs olmasının nedeni.


    Türk Tarih Kurumu kurucuları arasında yer alan Tarihçi-Yazar Reşit Saffet Atabinen ( 1884-1965), 19 Mayıs 1932'de, Atatürk'e, Türk Kurtuluş Savaşı'nın örgütlenme ve koordinesinin ilk adımı kabul edilen 19 Mayıs'ı kutlamak için, “ Doğum Gününüzü Kutlarım” şeklinde bir telgraf çekmişti.

    Esasen bu yapılan, Atatürk'ün maddi anlamda dünyaya geldiği günün kutlanması değil, Atatürk'ün 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkışının önemini belirten manevi bir jestti.

    19 Mayıs 1919'un önemini gösteren bu jest, Atatürk'ün çok hoşuna gitti.

    Bunu izleyen günlerde, 1932 yılının Temmuz ayında, Birinci, Türk Tarih Kongresi sıralarında, Aydın Halkevi'nden bir öğretmen, bir Gazi Günü tertiplemek istediklerini söyleyip, ona doğum gününü sormuştu. Atatürk :
    "Bana sormayınız, doğum günümü bilmiyorum. Gazi Günü olarak da, Samsun'a çıktığımız günü Gazi Günü yapabilirsiniz"
    diye cevapladı.
     
  3. Çilem

    Çilem Profesyonel Üye www.pembeoje.com

    Atatürk'ün doğum gününün 19 Mayıs 1881 olarak kabul edildiği, Atatürk'ün onayı alınarak, Cumhurbaşkanlığı'nın resmi belgelerinde de yer aldı.

    İngiltere Büyükelçisi Morgan, 10 Kasım 1936'da, Dışişleri Bakanlığı'na, İngiltere Kralı Edward VIII ( 12 Aralık 1936'dan sonra Windsor Dükü Prens Edward)'ın, doğum günü nedeniyle, kendisine özel ve samimi bir tebrik telgrafı çekeceğini söyleyerek, Atatürk'ün doğum tarihinin bildirilmesini rica etmişti.

    Buna, Genel Sekreter tarafından, 12 Kasım 1936 günü,
    "Cumhurbaşkanı Atatürk'ün 19 Mayıs 1881 tarihinde doğmuş olduklarını arz ederim"

    diye cevap verildi.

    Bu konuyu Prof. Afet İnan şöyle anlatır;
    "…Mustafa Kemal (Atatürk)'in doğum ayı ve günü ya hiç yazılmaz veya yanlış olarak sonbahar diye gösterilir. Başka tarihleri verenler de yok değil. Halbuki kendisinden bizzat işitmişimdir bir ilkbahar günü doğduğunu. Hatta bunun mayıs olduğunu söylemiştir.

    Bir gün yanında benim de bulunduğum sırada Riyaseticumhur Umumi Katibi Hasan Rıza Soyak, Atatürk'e evrak getirmişti. Bunda doğum gününün bildirilmesi rica ediliyordu, sonradan arşivlerde bulduğum yazı şuydu:

    10/11/1936
    Türkiye Cumhuriyeti Hariciye Vekaleti
    Protokol Dairesi Şefliği
    U. No: 21081
    H. No: 177

    Riyaseticumhur Umumi Katipliğine :

    İngiltere Maslahatgüzarı Mösyö Morgan Vekaletimize müracaat ederek Reisicumhurumuzun yevmi veladeti münasebetiyle İngiltere Kralı 8. Edward tarafından hususi ve samimi bir tebrik telgrafı çekileceğini söylemiş ve Atatürk'ün doğum tarihinin bildirilmesini rica etmiştir.

    Keyfiyeti arz eder ve İngiltere Büyükelçiliği'nce talep edilen malumat tensip buyurulduğu takdirde iş'arına müsaadelerinizi rica ederim.

    Hariciye Vekili Y. Türkgeldi.

    Atatürk, bunun üzerine bir süre düşündü. Herhalde kendisi de bunu tam olarak bilemiyordu. Annesi i ilkbahar günü doğduğunu söylemişti vaktiyle, onu hatırlıyordu. Biraz bekledikten sonra birden Hasan Rıza Soyak'a dedi ki :

    - "Bu bir 19 Mayıs günü niçin olmasın?.." Bunun üzerine Hariciye Vekaleti'ne 12/11/1936 tarihli şöyle bir yazı gönderildi :

    "Reisicumhur Atatürk'ün 19 Mayıs 1881 tarihinde doğmuş olduğunu arz ederim.
    Hasan Rıza Soyak."


    Mustafa Kemal Atatürk'ün, Atatürk soyadını aldıktan sonra kendisine verilen nüfus cüzdan örneği.

    Mustafa Kemal Atatürk'e Ankara Nüfus Müdürlüğünce 27 Ocak 1923 yılında kendisine verilen Nüfus Cüzdanı.
    13 yıla yakın Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Tevfik Rüştü Aras'ın, bu konudaki açıklaması da şu şekildedir :
    "…Atatürk'le beraber günlerce araştırıp düşünmüş, hatırlamaya çalışmıştık olayları…Okul kayıtlarına, nüfus idarelerine bakılmıştı. Bütün bunlardan sonra, Mayıs ayında doğduğu ortaya çıkmıştı. 10 mayıs il1 20 Mayıs arasına bile yaklaşmıştık. Atatürk, o zaman, "19 Mayıs niçin olmasın?" dedi.

    Zaten, 19 Mayıs'ta Samsun'a çıktığı ilk güne içtenlikle bağlıydı.

    Ve böylece bu tarih, yalnız İngiltere Kralı'na değil, bütün yabancı devletlere Dışişleri kanalı ile bildirildi."


    Ancak, gün olarak 19 Mayıs'ın kabul edilmesiyle, ilginç bir durum ortaya çıkıyordu.

    1881'in 19 Mayıs'ı, Rumi 1297'ye denk geliyordu; Atatürk'ün Rumi doğum yılı ise 1296 idi.

    Ya da Rumi 1296, Miladi 13 Mart 1880- 12 Mart 1881 arasını kapsadığından, 19 Mayıs 1880 olması gerekiyordu.

    Kısacası gün ve ay bilinmediğinden, Rumi 1296'ın karşılığı ne 1880, ne de 1881 kesin olarak doğru kabul edilemiyordu.
    İşleri yolunda giden Ali Rıza Efendi, eşine yardımcı olması hasebiyle üfrade isminde Afrika kökenli bir bayan hizmetkar tutacaktır. Ardından aileye ümmügül isminde bir Sütnine kabul edilecektir. İşleri yolunda giden Ali Rıza daha sonra hiç ortada olmayan nedenlerden dolayı zorlanacaktı. Bölgenin düzensiz bir yönetim yapısı ve asayişin kötü olması sebebiyle ticaret işlerine yasal icraatçilerin dışında bölgede hüküm süren çetelerde katılıyor ve son sözü onlar söylüyordu. Ali Rıza sektörün her alanında söz sahibi olan eşkiyanın isteği dışında ne ağaç kesilebiliyor ne de kesilen ağaçlardan elde edilen kerestelerin sevkiyatı gerçekleşebiliyordu.
    Ali Rıza Efendi'yi tanıyan ve Mustafa'nın çocukluk arkadaşı olan Hacı Mehmet Somer bu hususu şöyle dile getirmiştir :
    "Ali Rıza Efendi, kereste ticaretine varını yoğunu vermişti. İlk zamanlarda büyük başarılar gösteren bu teşebbüs, Katerin'in ezeli belası olan eşkıyaların hırslarını tahrik etti. Ali Rıza Efendi'yi para göndermesi için tehdit ettiler. Şayet para göndermezse, kerestelerini yakacaklarını bildirdiler. Bu sebeple orman mıntıkasına gitmek, işlerini kontrol etmek mümkün olmuyordu. İşlenmiş keresteleri sahile nakletmeye korkuyordu. Çünkü bu keresteler eşkıyalar için rehine mahiyetinde idi. Nihayet Ali Rıza Efendi'den ümit ettikleri para gelmeyince, bütün keresteleri yaktılar. İşçileri de tehdit ettiler. İşçiler de dağılıp gittiler."
    Ali Rıza Efendi, Rum eşkiyaların dediklerini yerine getirmeyecek ve istedikleri haracı ödemeyecektir. Fakat sonunda eşkiya tehditlerini yerine getirerek Tomruk stoklarını yakacaktır. Bu olay üzerin Ali Rıza, kerestecilikteki ticaret hayatına veda etmek zorunda kalmıştır. Bir müddet sonra Tuz işinde muvaffak olmak istedi ancak top aldığı tuzları zamanında elden çıkaramayacak ve elindeki tuzlar eriyecektir. Bu alanda da beklenmeyen sorunlarla karşılaşan ve varını yoğunu yitiren Ali Rıza, derin bir üzüntünün içinde çırpınırken ailesi için var olmanın peşine düşmüş ve hangi boyutta olursa olsun tekrar memuriyet için koşuşturmuş fakat buradanda sonuç alamamıştır. Sonraki arayışlarında da bir türlü cevap alamayacak olan Ali Rıza artık bir girdap halini alacak olan üzüntüsünün ardından Barsak Veremine yakalanacaktır.
    Eşi Zübeyde Hanım o günlerden bahsederek :
    "Merhum (Ali Rıza Bey), son günlerinde işinin fena gitmesinden çok müteessir oldu. Kendini salıverdi. Daha sonra da derviş meşrep bir hal alarak eridi, gitti. Kocamın hastalığı büyüdü. Artık yaşayamazdı. Ben dul kaldığım zaman, yirmi yedi yaşında bir tazeydim. Bana iki mecidiye (40 kuruş) dul maaşı bağladılar."
    Çocuğu Makbule Hanım ise babas Ali Rıza Bey'in işlerinin eşkiyalar yüzünden bozulduğunu söyledikten sonra şunları söylemiştir :
    "Bundan sonra babam tuz ticaretine başladı. Mağazasında bulunan tuzlar toptan eridi. Babam bu işten de zarar gördü. Tekrar memuriyete geçmek istedi, fakat muvaffak olamadı. İşlerinin bozuk gitmesinden çok müteessir oldu. Nihayet Bağırsak Veremine tutuldu,. üç sene hastalık geçirdikten sonra vefat etti."
    Ali Rıza Bey, 3 sene boyunca bu hastalıkla mücadele ettikten sonra daha fazla dayanamayarak hayata ve yakınlarına 47 yaşında veda etmiş, vefat etmiştir. Vefatı sırasında altıncı çocuklarına gebe olan Zübeyde Hanım Ali Rıza Bey'in vefatının ardından 1889 yılında ismi Naciye olacak olan kız çocuğunu dünyaya getirecekti.
    Önemli !
    Ali Rıza Bey'in vefat tarihi ve altıncı çocuğu olan Naciye'nin doğum tarihi konusunda kesin bir tarih yoktur. Ancak ortaya atılmış bazı görüşler şu şekildedir :
    Ali Fuat Cebesoy'a göre, Ali Rıza Efendi, 1893 yılı Kasım ayının ikinci yarısında vefat etmişti.
    Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Atadan hatıralarında, kendisinin 1885'te doğduğu günlerde, babasının hastalığının başladığını, işine gidemediğini ve ilk yaşını doldurduğunda da bu hastalığın çok arttığını en küçük kardeşi Naciye'nin 1889'da doğumundan kırk gün sonra babasının vefat ettiğini anlatmıştı.

    Bu durumda Ali Rıza Efendi'nin ölümünün 1889 ve 1890'ın ilk aylarına rastlaması gerekir. Mustafa Kemal (Atatürk), o sıralarda dokuzuncu yaşı içindeydi ve Şemsi Efendi Okulu'nun da üçüncü sınıfındaydı.
    Utkan Kocatürk, vefat tarihini 1888 olarak verirken , Faik Reşit Unat da, Makbule Hanım'a ilk kocasından ayrıldıktan sonra babasından aylık bağlanmasına ait dosyadaki belgeleri kaynak göstererek, Ali Rıza Efendi'nin 28 Kasım 1893'te vefat ettiğini ileri sürer.
    Zübeyde'nin üvey erkek kardeşi(Ağabeyi) olan Hüseyin, vefatın ardından Selanik'e gelerek kız kardeşi Zübeyde'yi ve babasız kalan 3 yeğenini beraberinde; Zübeyde'nin de evlenmeden önce yaşadığı şehire Langaza'da idare etmekte olduğu Rapla Çiftliğine getirdi. Hüseyin Ağa, kardeşini ve çocuklarını üzmeyecek onları eniyi şekilde büyütmek için kardeş Zübeyde ile elinden geleninin eniyisini yapmaya çalışacaktır. Hüseyin Ağa yeğenlerini severken çoğu zaman isimleri yerine lakaplar takarak seslenir ve severdi.
    Mustafa'ya "Paşam!"
    Makbule'ye "Makbuş!"
    Naciye'ye "Bülbül!"
    Mustafa'nın eğitim ve öğrenim nedeniyle telaşlanan Zübeyde Hanım ve Ağabeyi Hüzeyin Ağa, Mustafayı Selanik'e halalarının yanına göndermiş fakat Mustafa halasının tavırlarından hiç haz duymayarak Dayısı Hüzeyin Ağa'nın çiftliğine geri dönmüştür.
    Bu hususu Makbule Hanım'ın 1948 yılında Haftalık Akın Dergisinde, Selime Seden'e verdiği ropörtajda şu şekilde bahsedilmektedir.
    — Dayıları ile anneleri baş başa veriyorlar. Küçük Mustafa'yı okutmak lazım! Fakat nasıl?

    — Nihayet, Makbule Hanım'la hemşireleri Naciye'yi çiftlikte bırakmağa ve Mustafa'yı alıp Selanik'e, halalarının yanına götürmeğe karar veriyorlar. Bırakıp dönecekler ve küçük Mustafa orada tahsiline devam edecek! Oldukça maceralı ve heyecanlı olan bu kısa devreyi de Bayan Makbule'nin dilinden ve hatıralarından dinleyelim:
     
  4. Çilem

    Çilem Profesyonel Üye www.pembeoje.com

    Küçük Mustafa'yı, halasının evine bırakarak çiftliğine dönüyorlar. Halası, Bayan Makbule'nin nitelendirmesine göre, sert ve katı bir hanımdır. Daha o gece misafir çocuğu, simit alması için çarşıya gönderiyor, getirdiği simitleri beğenmediği için "değiştirmesini" söyleyerek bir daha göndermekten çekinmiyor. Hadise, dokuz yaşındaki Mustafa'nın izzetinefsine dokunuyor, cumayı bekliyor. Çiftlikten cuma namazı için Selanik'e, "Hamzabey Camii"ne gelen dayısını buluyor. Arada geçen kısa ve kesin konuşma şudur:

    — Dayı, siz beni halama uşak mı verdiniz?
    — Ne münasebet! O nasıl söz!
    — Beni gece yarıları çarşılara gönderiyor. Ben orada oturamam!
    Burada bir müddet kalan aile Mustafa'nın eğitim ve öğrenimi için tekrar Selanik'e dönecektir. Burada bir süre kaldıktan sonra Ağabeyine yük olmak istemeyen Zübeyde 32 yaşlarında ismi Ragıp olan ve Larissa'dan göç etmiş birisiyle evlenir. Ragıp Efendi'ninde 3 çocuğu bulunmakta ve eski eşi Afet Hanım'ın vefat etmesiyle dul kalmıştır. Çocuklarının ismi; Hakkı, Rukiye(Ruhiye) ve Süreyya dır.
    Hüseyin Bey, Zübeyde Hanımın Babası Sofuzade Feyzullah Sadullah Ağa'nın ilk eşinden olan erkek çocuğudur.
    Evlat acısının ne demek olduğunu çok iyi bilen birisi haline gelmiş olan Zübeyde Hanım son kez bir evladının daha vefatına şahit olacaktı. Mustafa Kemal (Atatürk)'in Harp Okulundan Mezuniyeti sırasında yani 1902 yılında Verem hastalığına yakalanmış olan 12 yaşındaki Naciye'yi Hakkın Rahmetine vakıf olması temennisiyle uğurlamıştır.
    Mustafa Kemal (Atatürk), Ali Fuat Cebesoy'a, Ragıp Bey hakkında şunları söylemiştir :
    "Bana karşı hep çok saygılı davranmış, büyük adam muameleri etmiştir. Nazik ve kibar bir insandır."
    Zübeyde Hanım, oğlu Mustafa'nın öğrenimi için elinden geleni yapmıştır. Zübeyde Hanım oğlu Mustafa'nın II inci Abdülhamit yönetimine karşı çalışan bir takım arkadaşlariyle yaptığı toplantıda nelerle uğraşıldığını öğrenince, padişaha karşı çalışmanın sonuçlarından ürkmüş, ancak Mustafa Kemal (Atatürk)'in işi kendisine anlatması üzerine sorunu kavrayıp :
    "gizli şeyleriniz varsa ben saklayayım, muvaffak olmak zordur, mahvolmak daha tabiidir"
    dedikten sonra şöyle konuşmuştur :
    "... evladım bir gün bu işler olduktan sonra seni namus ve haysiyet sahibi olanlarla görmezsem işte o zaman meyus olurum. Ben senin kadar okumadım, senin kadar bilmem, seni gördüğün, anladığın şeyleri yapmaktan menetmiye kalkışmam, yalnız dikkat et, esas muvaffak olmaktır, muvaffak olmaya çalış".

    Annesi Zubeyde Hanım'ın vefatını öğrenmesinden bir kaç saat sonra çekilen resmi
    Bilgi :
    Falih Rıfkı Atay'a göre, Ragıp Bey, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Selanik'te öldü. üvey ağabeyi Süreyya Toyran, intihar etti. Diğer kardeşi Hakkı Bey, reji memuru idi.
    Zubeyde Hanım'ın İzmir Karşıyaka'daki köşkünde geçirdiği son günler.
    Zübeyde Hanım Birinci Balkan Savaşı'nın ardından yani tahmini olarak 1912 yılının sonlarında ikinci ve son eşi Ragıp Bey'den ayrılır.
    Balkanların Osmanlı Devleti'den kopmasıyla kızı Makbule Hanım ile beraber İstanbul'a gider ve İstanbul'da Beşiktaş Akaretlerde bir evde yaşamaya başlarlar. Aile burada yaklaşık 11 sene yaşadıktan sonra 1922 yılının sonlarına doğru Ankara'ya Mustafa Kemal (Atatürk)'in yanına Çankaya Köşkünde ikamet etmeye başlamıştır. Fakat daha sonra Zübeyde Hanım rahatsızlanacak bu nedenle, tedavi olması ve havasının yumuşak olması nedeniyle İzmir'in Karşıyaka semtinde bulunan köşke 1922 yılının Aralık ayında yerleşecektir. Burada ikamet ettiği sırada ecel kapısını çalacak ve Zübeyde Hanım 14 Ocak 1923 yılında Hak'ın Rahmetine Mazhar olacaktı. İzmir'de kaldığı süre zarfında çoğu zaman Latife Hanım yanında olacak vefat ettiği gece ise Latife Hanım yine yanında kalacaktır. Zübeyde Hanım ölmeden önce vasiyet namesini Latife Hanım'a yazdırmıştır. Hatta Vefatın gerçekleşmesinin ardından Latife, köşke 33 hafız çağırır ve hatim ve dualar ile merhum'u ebedi yolculuğuna uğurlarlar. Şuan İzmir'in Karşıyaka ilçesinde bulunmakta olan ve 1940 yılında anıt mezarda naaşı bulunmaktadır.
    Makbule Hanım ise validesi Zübeyde Hanım'ın vefatı sırasında Ankara'daydı. Ankarada yaşamını sürdüren ve ömrünün sonuna kadar orada kalan Makbule, bir dönem Abisi Mustafa Kemal (Atatürk)'in isteği üzerine yeni kurulacak olan Serbest Cumhuriyet Fırkası'na(Parti) girdi ve siyaset hayatına atılmış oldu. Ancak partinin sınırı aşarak olumsuzluklara imza atıyor olması M.K. Atatürk'ü kuşkulandırmış partinin varlığından rahatsızlık duyarak kapatılması imasında bulunmuştur. Bunun üzerine Fethi Bey (Fethi Okyar) partinin genel başkanı olarak partinin feshini ilan etmiş yani partiyi kapatmıştır.
    Dahiliye Vekaletine verilmek üzere hazırlanan Fesih Beyannamesi aşşağıda okunacağı şekildedir.

    "Tebellür eden son vaziyete göre, Fırkamız, Büyük Gazi Hazretlerine karşı, siyasi sahnede mücadele edecek bir mevkie getirilmiştir. Fırkamız doğrudan doğruya Gazi Hazretlerinin teşvik ve tasvipleriyle vücuda gelmiş ve Büyük Reisimizin her iki fırkaya karşı müsavi muavenet ve muamelesine mazhar olacağı teminatı almış idi. Esasen başka türlü siyasi bir teşekküle vücut vermek mesuliyetini almağı hiçbir zaman hatırımıza getirmedik. Halbuki emri vaki şeklinde tahakkuk eden son vaziyet karşısında bizce başarılması muhal olan bu teşebbüse devam etmek beyhude olacağından Fırkamızın feshine ve keyfiyetin bilumum teşkilata ve Dahiliye Vekaletine bildirilmesine karar verilmiştir. 16.11.1930"

    Mustafa Kemal (Atatürk) Atatürk'ün cenaze töreni sırasında Makbule Atadan'ın hali
    Partinin kapatılmasıyla Makbule Hanım'da siyaset hayatına son vermiştir. Partide görevini sürdürmesi sırasında Milletvekili Mecdi Boysan'la tanışır. Ardından 1935 yılında evlenirler. Makbule hayatının en kötü anıyla karşılaşacak ve Ağabeyi Mustafa' yı kaybedecekti. Makbule Hanım Mustafa Kemal (Atatürk)'in hayatına tanıklık etmiş birisi olarak, Atatürk ile alakalı bir çok konuya ışık tutmuştur. O'nun da bir insan olduğunu O'nun da duyguları ve sıradan bir insanın yaşayabildiklerini sık sık soranlara anlatmıştır. 71 yaşında olan Makbule Hanım, 1956 yılının 18 Ocağında hayata gözlerini yumacaktır.
     
  5. Çilem

    Çilem Profesyonel Üye www.pembeoje.com

    Mustafa Kemal Atatürk ve Latife Hanım (Uşakizade) (1923)

    Mustafa Kemal Atatürk ve eşi Latife Hanım (Uşakizade). Mustafa Kemal yurtiçi ve yurtdışı gezilerinde eşi Latife Hanım'ı yanından ayırmaz devam surette yanında olmasını rica ederdi. Anadolu gezisi sırasında 15 - 17 Mart 1923 günleri arasında gerçekleştirdiği Adana durağında iken.
    Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Yıllarında İzmir'de ikamet edecek güvenilir bir karargah arayışında idi. 11 Eylül 1922 tarihinde kurmayları Mustafa Kemal'e İzmir'in tanınmış ailelerinden Uşakizade ailesinin kaldığı köşkü önerdiler. Öneriyi kabul eden Mustafa Kemal barınmak için köşk sahiplerine davet mektubu göndermeleri rica edildi. O sıralarda ailesi yurt dışında bulunan ve babannesiyle beraber köşkte kalan Latife Hanım ailenin tek evladı idi. Tahsilini liseye kadar olan kısmını yurt topraklarında yapan Latife Hanım, üniversite ve dil eğitimini yurt dışında Fransa ve İngiltere'de yapmıştır. Bu ricayı sevinerek kabul eden Latife Hanım, davet mektubunu yazdı ve 20 gün boyunca Mustafa Kemal Atatürk ve kurmay arkadaşlarını köşkte ağırladı. Bu misafirlik sırasında ikiside birbirleriyle yakınlaşmış ve misafirlik dönemi bittikten sonrada Latife Hanım ve Mustafa Kemal birbirleriyle haberleşmeye devam etmişlerdir. Sağlık nedenlerinden dolayı temiz havaya ihtiyaç duyan Zübeyde Hanım, İzmir'in karşıya semtindeki köşkte ikamet ettiği süre boyunca kendisine sık sık Latife Hanım bakmıştır. Zübeyde Hanım'ın vefat etmesi üzerine Mustafa Kemal İzmir'e gitmiştir. Buradaki merasimlerin ardından İzmir'de bir müddet daha kalan Mustafa Kemal 1923 yılının 29 Ocak günü Latife Hanım ile sade bir nikahla evlendiler.
    Çiftin evlenmesiyle beraber Latife Hanım, hem ilk Cumhurbaşkanı eşi olma ünvanına sahip oldu hemde modern ve medeni Türk kadınının simgesi olma görevinide üstlenmiş oldu. Yeni devletin Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti Ankara'ya gelerek Çankaya'da ilk Cumhurbaşkanlığı köşkü olarak kullanılan Kuleli Köşk'ünde (günümüzde Atatürk Müzesi olarak kullanılan bugünkü adıyla Eski Köşk) yaşadı. Eşi Mustafa Kemal'in isteği üzerine T.B.M.M.'deki oturumları izlemeye giden Latife Hanım, T.B.M.M.'ye giren ilk Türk kadını oldu. Pek çok yurt gezisinde eşine eşlik etti. 1925 yazında Doğu Anadolu gezisi sırasında sebebi tam olarak bilinmemekle beraber bir tartışma meydana gelmiş ve çift ayrılma kararı almıştır.5 Ağustos 1925 tarihinde devlet radyosunda yayınlanan Hükümet Bildirisi ile ayrılma kararı duyuruldu.

    Çocukları

    Mustafa Kemal yaptığı evlilikten ve herhangibir birliktelikten çocuğu olmasada bir çok çocuğu evlat edinerek nice nesillerin var olmasında büyük katkıları olmuştur. Abdurrahim Tuncak, Zühre, Afife, İhsan, Ömer, Afet İnan, Nebile Hanım, Rukiye Erkin, Zehra Aylin, Sığırtmaç Mustafa, Sabiha Gökçen, ülkü Adatepe adlarında 12 çocuğu manevi evladı olarak görmüş, onlardan maddi ve manevi desteğini esirgememiştir.


    Abdurrahim Tuncak

    Kafkas Cephesi'nde 2. Ordu komutanı olan Mustafa Kemal, oğlu Abdurrahim yerel kıyafetler ile poz vermiştir (1916).
    Abdurrahim Tuncak, 1908 yılında dünyaya geldiği bilinmekte fakat nerede doğduğu konusunda net bir bilgi olmasada Diyarbakır'da doğduğu ağırlık kazanmaktadır. 8 yaşında iken tahminen Van ilinde Mustafa Kemal'in Kafkas cephesinde 2. Ordu komutanlığı, sırasında Osmanlı-Rus harbi sırasında (1916) annesi ve babasını kaybederek öksüz kaldığını öğrenmiş ve himayesi altına alarak sahip çıkmıştır. Çankaya'da ilköğretim tahsilini bitirdikten sonra Mustafa Kemal, 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun'a gittiğinde Abdurrahim, İstanbul'da Beşiktaş Akaretler bulunan evde yaşayan annesi Zübeyde Hanım'ın yanına göndermiştir. Zübeyde Hanım'ın rahatsızlığı nedeniyle aile İzmir'e gitmiştir. Burada anne Zübeyde ve kardeş Makbule hanım tarafından yetiştirilmiştir. Lise eğitimi için İzmir Mithat Paşa Sanat okuluna gönderilmiştir. Daha sonra Mustafa Kemal'in isteği üzerine İETT genel müdürü Belçikalı Hansens tarafından özel olarak Fransızca ve Matematik dersleri aldı. Abdurrahim, 1929 yılında Berlin üniversitesinde öğrenim görmüş ve Mustafa Kemal tarafından 1934 yılında Tuncak soyadı verilmiştir. Mualla Hanım ile evlenmiştir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nda çalışmış ve oradan emekli olmuştur. Abudrrahim Tuncak İstanbul'da 1908 yılında vefat etmiştir.


    Ülkü Adatepe

    Mustafa Kemal Atatürk, ülkü'ye okuma yazma öğretirken.
    Mustafa Kemal Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın küçük yaştan itibaren yetiştirdiği ve manevi evladı olan Selanikli Vasfiye Hanım ile Fransızca öğretmeni ve gar şefi Mehmet Tahsin Çukurluoğlu'nun 27 Kasım 1932 tarihinde dünyaya gelen kızıdır. ülkü'nün hem manevi babası hemde isim babası olan Mustafa Kemal, vefatına kadar 9 aylık iken yanına almış ve bakımını üstlenmiştir. Mustafa Kemal'in çocuk sevgisinin herzaman sembolü olmuştur. Yaşamı boyunca 3 kez evlenmiş ve ikinci evliliğinden 2 erkek evladı olmuştur.


    Sabiha Gökçen

    Mustafa Kemal Atatürk ve Manevi kızı Sabiha Gökçen
    Bursa Vilayet Başkatibi olan Hafız Mustafa İzzet Bey ile Hayriye Hanım'ın kızları Sabiha, 22 Mart 1913'te Bursa'da dünyaya geldi. Anne ve babasını küçük yaşta kaybeden ve ağabeyi tarafından büyütülen Sabiha, 1925'te henüz 12 yaşındayken Bursa ziyareti sırasında evlerinin yakınındaki Hünkar Köşkü'nde konaklayan dönemin cumhurbaşkanı Atatürk'e ulamış ve okumak istediğini belirtmiş. Mustafa Kemal sadece abisi tarafından zor şartlarda bakıldığını öğrendiği Sabiha'nın evlatlığı olmasını sağladı ve Ankara'ya götürdü. Sabiha, Çankaya İlkokulu, Arnavutköy Amerikan Kız Koleji ve üsküdar Amerikan Kız Koleji'nde eğitim gördü. Rahatsızlığı nedeniyle öğrenimini yarıda kesip Heybeliada ve Viyana'da tedavi gördü. Eğitim ve öğrenim görmesi amacıyla Fransa'nın Paris şehrine gönderildi. Soyadı Kanunu'nun çıkarılmasıyla Mustafa Kemal, Sabiha'ya Gökçen soyadını uygun görmüştür. 1935'te Türk Hava Kurumu'nun Türk Kuşu Sivil Havacılık Okulu'na girdi, Ankara'da yüksek planörcülük brövelerini aldı. Gökçen, yedi erkek öğrenciyle birlikte Kırım'a gönderilerek altı aylık yüksek planörcülük eğitimini Koktebel Yüksek Planör Okulu'nda tamamladı. Rusya'ya motorlu uçak okuluna gitmeye hazırlandığı sıralarda manevi kızı Zehra'nın vefatı gerçekleşti ve eğitimi için Rusya'ya gitmekten vazgeçti. Bir dönem ara vermiş olsada Mustafa Kemal Atatürk'ün gayretleri neticesinde tekrar uçuş eğitimlerine devam etmiştir. Eskişehir Havacılık Okulu'nda Sami Uçan ve Muhittin Bey'den özel uçuş eğitimi aldı. 25 Şubat 1936'da ilk defa motorlu uçak ile uçmaya başladı. Mustafa Kemal Atatürk eğitimlerine devam etmesi ve elde ettiği başarılar nedeniyle kendisini savaş pilolu olmasu hususunda gayretlerde bulunmuş ve Eskişehir Uçuş Okulu'nda eğitim almasını sağlamıştır. 11 aylık eğitimin ardından Eskişehir'deki 1. Hava Alayı'nda 6 ay görev yaptı, bu sırada Trakya ve Ege manevralarına katıldı. 1937 yılında Tunceli Harekatı'na katılan Gökçen, bu harekattaki rolü ile dünyanın ilk kadın savaş pilotu oldu. Tunceli dönüşü, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı'nın da katıldığı bir törenle kendisine Türk Hava Kurumu Murassa (İftihar) Madalyası verildi. 30 Ağustos 1937'de askeri uçuş brövesi aldı. Manevi babası Mustafa Kemal'in vefat nedeniyle tekrar içine kapanan Sabiha Gökçen, kadınların orduda görev yapmasına ilişkin yasa çıkmadığı için ordudan ayrıldı ve Türkkuşu Uçuş Okulu'na başöğretmen tayin edildi. 1955'e kadar bu görevini başarıyla sürdürdü. Türk Hava Kurumu yönetim kurulu üyesi oldu. Hayatı boyunca toplam 22 değişik hafif bombardıman ve akrobatik uçakla uçmuştu. Gökçen, 1940 yılında Hava Okulu'nda askeri coğrafya ve topoğrafya öğretmeni üsteğmen Kemal Esiner ile evlenmiş ve eşine kendi soyadını vermiş; ancak üç yıl sonra, 12 Ocak 1943'de eşini kaybetmiştir. 1996'da havacılık kariyerinin en büyük ödülünü almıştır. Amerikan Hava Kurmay Koleji'nin mezuniyet töreni için düzenlenen Kartallar Toplantısının onur konuğu olarak katıldığı Maxwell Hava üssü'ndeki törende "dünya tarihine adını yazdıran 20 havacıdan biri" seçildi. Bu ödüle layık görülen ilk ve tek kadın havacı oldu. Sabiha Gökçen aynı zamanda doğum günüde olan 2001 yılının 22 Mart günü hayata gözlerini yummuştur.
     
  6. Çilem

    Çilem Profesyonel Üye www.pembeoje.com

    Sığırtmaç Mustafa

    Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve manevi evladı Sığırtmaç Mustafa
    1918 yılında Varna civarında doğdu. Annesinin adı Efide, babasının adı Recep'tir. 3 çocuklu ailenin ortance evladı idi. Ailesi, bütün varlıklarını Bulgaristan'da bırakarak Türkiye'ye gelmiş bir göçmen aileydi. Çocukken Yalova'da sığırtmaçlık(çobanlık) yaparak ailesinin geçimine katkıda bulunmak zorundaydı. Bu sıralarda anne ve babasını kaybetmiş abisi ile yaşamını sürmekteydi. 1929 yılında gezinti yaparken yolunu kaybeden Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ile karşılaşır. Yaşamını değiştirecek bu karşılaşma öncesinde Mustafa Kemal hakkında bilgiye sahip ancak kendisini ilk kez görecektir Mustafa. Karşılaşma esnasında gayet rahat ve saygılı tavırlar içerisinde Mustafa Kemal'in sorularını cevaplamıştır Ayrıca Sıtma hastası olduğundan dolayı yüzü ve karnı şiş olan Sığırtmaç Mustafa'nın hastalığı Mustafa Kemal'in gözünden kaçmamıştır. Daha sonra Mustafa'nın sadece ağabeyi ile birlikte yaşadığı başka kimsesinin olmadığını öğrenen Mustafa Kemal abisininde rızasını alarak tedavi olması için İstanbul'a gönderir. Okuma-yazma bilmeyen Sığırtmaç Mustafa, sağlığına kavuştuktan sonra okula gönderildi. Beşiktaş'taki 19. İlkokulu, Işık Lisesi'nin orta kısmını ve Kuleli Askeri Lisesi'ni bitirdi. 1941 yılında Kara Harp Okulu'ndan 1941/B'li Tankçı Teğmen olarak mezun oldu ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne katıldı. Yüzbaşı rütbesindeyken Rıfkiye Hanım ile evlendi. 1954 yılında, Makbule Atadan tarafından manevi evlat olarak kabul edildi. Kızı Tacinur'a ismini Makbule Hanım verdi. Bir süre sonra sağlık sebebiyle orduda Personel sınıfına geçti. Çeşitli askerlik şubelerinde görev aldıktan sonra 1960 yılında kalp rahatsızlığı nedeniyle binbaşı rütbesindeyken emekliye ayrıldı ve ömrünün son yıllarını Yalova'da geçirdi. 15 Ocak 1987'de yaşamını yitirdi ve Yalova'da toprağa verildi.


    Afet İnan

    Prof. Dr. Afet İnan

    Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve manevi kızı Afet İnan ile beraber Ertuğrul Yatı'nda (1935)
    29 Kasım 1908 tarihinde Selanik'in Polyoroz (Kesendire) kasabasında doğan Afet'in Babası orman memuru İsmail Hakkı Bey (Uzmay), annesi Doyran Müderrisi Emrullah Efendi'nin torunu olan Şehdane Hanım'dır. Ailesi Balkan Savaşları sırasında Anadolu'ya geçti. Afet, ilköğrenimine Eskişehir'in Mihalıççık ilçesinde başladı. Annesini 1915 yılında veremden yitirdi. Öğrenimini Ankara ve Biga'da sürdürdü, 1920'de altı yıllık ilkokul diplomasını aldı. Aile 1921'de Alanya'ya taşındı. Afet Hanım, 1922'de Elmalı'da öğretmenlik ehliyeti aldı ve Elmalı Kızokulu'na başöğretmen olarak atandı. Babasının görevi nedeniyle sürekli yer değiştirdi; 1925 yılında Bursa Kız Muallim Mektebi'ni bitirerek İzmir'de Redd-i İlhak İlkokulu'nda göreve başladı. Atatürk ile tanışması sonucu ileriki yıllarda öğrenimine devam etme fırsatı buldu. Afet Hanım, 1925 yılında Redd-i İlhak İlkokulu'nda yeni göreve başladığı sırada bir çay ziyaretinde cumhurbaşkanı Atatürk ile tanışma fırsatı buldu. Annesinin ailesinin Selanik'in Doyran kasabasından olması nedeniyle cumhurbaşkanının ilgisini çekti ve Atatürk ertesi gün ailesiyle tanıştı. Gazi Paşa'ya öğrenimini sürdürmek ve yabancı dil öğrenmek istediğini açıklamış olan Afet Hanım, kısa bir süre sonra Ankara'ya atandı. Bakanlığın izniyle İsviçre'nin Lozan şehrine Fransızca öğrenmek için gönderildi. 1927'de yurda döndüğünde bir süre Fransız Kız Lisesi'nde öğrenim gördü. Bu arada ortaöğrenim tarih öğretmenliği sınavına girerek öğretmenlik belgesini aldı ve Ankara Musiki Muallim Mektebi'ne Tarih ve Yurt Bilgisi öğretmeni olarak atandı (1929-1930). 1933'ten sonra öğretmenliğe Ankara Kız Lisesi'nde devam etti. Kadın hakları üzerinde çalışmaya ilgi duyan Afet Hanım, Atatürk'ün isteği üzerine 3 Nisan 1930'da Türk Ocağı'nda Türk kadınlarının seçim haklarına ilişkin bir konferans verdi. Bu konferans için zamanın en ünlü hatibi Hamdullah Suphi Bey'den dersler alan Afet Hanım'ın giyeceği elbiseyi bizzat Atatürk çizmiş ve gömleği için kendi pırlanta kol düğmelerini hediye etmişti. Mart 1934 yılında gerçekleşen konferansta konuşma yaptığı gün Belediye Kanunu değişikliğiyle kadınlara belediye meclislerine seçme ve seçilme hakkı tanındı. 31 Mart 1930 tarihinde ise Halk Fırkası'na üy olmuş ve ilk kadın üye olmuştur. Türk Tarih Heyeti'nin 16 kişilik kurucu üyeleri arasında yer Afet hanım, Türk Ocakları Atatürk'ün emriyle 10 Nisan 1931'de kapatıldıktan sonra heyet, aynı kurucularla dernek olma kararı alarak ve Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti adını almış; 3 Ekim 1935'te ise adı Türk Tarih Kurumu olmuştur. Afet Hanım, 1935-1952 ve 1957- 1958 yılları boyunca kurumun as başkanlığını yapmıştır. Avrupa'daki pek çok şehirde üniversite öğretim üyeleriyle görüşmeler yaptıktan sonra yüksek öğrenimini Cenevre'de yapmaya karar verdi. Cenevre üniversitesi Sosyal ve Ekonomik Bilimler Fakültesi'nin Yakın Çağ ve Modern Tarih Bölümü'nde İsviçreli antropolog Eugene Pittard'ın öğrencisi oldu; "Türk Osmanlı devrinin ekonomik tarihi" adlı tezini sunarak Temmuz 1938'de lisans diplomasını aldı, Temmuz 1939'da ise doktorasını tamamladı ve sosyoloji doktoru ünvanını aldı. Yurda döndükten sonra Ankara Kız Lisesi'nde derslerine devam etmesinin yanı sıra Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne doçent vekili olarak atandı. 1940 yılında kadın hastalıkları ve doğum uzmanı olan Rıfat İnan ile evlenen Afet Hanım, 1942'de doçent, 1950'de profesör oldu. 1961-1962 yıllarında İngiltere'de incelemeler yaptı. 1955-1979 arasında da UNESCO Türkiye Milli Komisyonu'nda Türk Tarih Kurumu'nu temsil etti. Ankara üniversitesi Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrim Tarihi kürsüsü başkanlığını yaptı, 1977 yılında bu görevde iken kendi isteğiyle emekli oldu. Afet İnan 8 Haziran 1985 günü 76 yaşında Ankara`da yaşamını kaybetti. Arı adında bir kızı, Demir adında bir oğlu vardır.


    Zehra Aylin
    Zehra'nın babası Mehmet Bey Kurtuluş Savaşı'nda efsaneleşmiş bir yüzbaşıdır. Zehra, 1914 yılınd Amasya'da doğmuştur. Zehra, kendisini Kağıthane'deki bir yetiştirme yurdundan alan Mustafa Kemal tarafından Ankara'ya getirilmişti. İlköğrenimini Ankara'da, Çankaya Köşkü'nün bahçesindeki ilkokulda tamamladı. Ortaöğrenim için İstanbul'a, Arnavutköy Kız Koleji'ne gitti. Soyadı kanunu ile Aylin soyadını aldı. Kolejden mezun olduktan sonra yüksek öğrenim için Londra'da Saint Hilda College'e gönderildi. Ancak bir dönemlik eğitimden sonra yurda dönmek istedi. Eğitimini tamamlamayıp diplomasını aldıktan sonra yurda dönmesini isteyen manevi babası Atatürk, Zehra'nın hastalığı üzerine bir süre için Türkiye'ye gelmesin izin verince 1935 yılı sonunda Türkiye'ye doğru yola çıktı. Londra'dan gemi ile Fransa'ya geldikten sonra Paris eksperesine binen Zehra Amiens civarında trenden düşerek hayatını kaybetti. Amiens'te yapılan törenin ardından cenazesi İstanbul'a getirildi, Maçka Mezarlığı'na defnedildi. Ölümü gazetelerde büyük yer tutmuş, intihar ettiği söylentileri yayılmış; bu söylentileri Atatürk'ün bir diğer manevi kızı olan Sabiha Gökçen yalanlamıştır.


    Nebile Hanım (Nebile Bayyurt)

    Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, manevi kızı Nebile ile Viyana Türk Büyükelçiliği katibi Raşit'in düğününde kızı Nebile ile dans ederken (1929).
    Nebile, 1901 yılında İstanbul'da doğmuştur. Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi kızlarında bir tanesidir. Darülfünun Mektebini, Sağlık Mesleki İdadi'sini ve Paris Sorbone üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi'ni bitirdi. 1930 yılında İzmir Menkul Kıymetler Borsası'nda,1931 yılında Malatya İktisat Bankasında, 1932'de Ankara Döviz ve Bono Bankacılığı'ında en sonda TRT'deki Ekonomi Haberlerin'de Ekonomist olarak çalıştı. Hayatının sonuna kadar çalışmayı ihmal etmeyen Nebile Hanım, 1929'da Viyana Büyükelçiliği Baş Katibi Tahsin Bey'le görkemli bir törenle evlendirildi. Bu evlilik iki yıl sonra boşanmayla sonuçlandı. Nebile Hanım, ikinci evliliğini Sebahattin İrdelp adlı bir mühendisle yaptı. Atatürk'ün ölüm haberini aldığında sağlık durumu bozuldu. Rahatsızlığı sonucu kör olan Nebile Hanım, Heybeliada'da hayatını kaybetti


    Rukiye Erkin


    Ömer


    İhsan


    Afife


    Zühre

    Çocukluğu
    Çocukluğu ve İlköğretim Yılları
    Mustafa, acılı ve kederli aile'nin hayatta kalan iki evladından birisi olacaktı. O hayatta iken aile, iki erkek evladını ve bir kız evladını daha kaybedecekti. Mustafa abisi; Ahmet ve Ömer'in kaybını daha bebek yaşlarda fark edemeyeceksede çocuk yaşlarında Babası Ali Rıza'nın vefatına ve ablası Naciye'nin vefatına üzülebilecek yaşa erişecek kendiside üzüntüye ortak olacaktı.
    Çocukluğunun bir bölümünü Babası Ali Rıza'nın da hayatta olduğu dönemde Selanik'te geçirecek eğitim ve öğretim hayatınada burada başlayacaktır. Annesi Zübeyde Hanım ve Babası Ali Rıza Bey'in çatışmalarına neden olan Küçük Mustafa'nın öğrenim hayatı ise öncelikle Annesi'nin isteği üzerine Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebinde başlayacak sonra Babası'nın isteği üzerinede Şemsi Efendi Mektebi'ne devam edecektir. Buradaki mektep hayatı Babası Ali Rıza'nın vefat etmesi sebebiylede kesilecek, babasız kalan aile dayıları Hüseyin Ağa'nın sahip çıkmasıyla Selanik'ten Annesi Zübeyde'nin de eski ikamet ettiği vilayet olan ve dayısının o an ikamet ettiği çiftliğin bulunduğu Lagaza'ya taşınacaklardı. Çiftlik hayatı küçük Mustafa'yı sıkıyor ve daraltıyordu.
    Mustafa, yaşı küçük olmasına rağmen mağrur bir karaktere akıllı bir zihne sahipti. Ayrıca rahatına düşkündü, düzenli ve tertipli bir çocuktu. Okul hayatına başlamasıyla kendisine özel oda tahsis edilmesini isteyecek kadar. Çiftlikte geçirdiği süre boyunca her ne kadar sıkılsada zamanını dolu dolu yaşamasını bilirdi. Güvercin yuvaları yapar, duvar düzeltir, kümes yapar, lüver(tabanca) temizlerdi, tahtalar keserek onlara çivi çakar ve bulduğu telleri çivilere sararak tambura yapardı.

    Küçük kız kardeşi Makbule Hanım o günlerden bahsederken çocukluk dönemlerine dair yaptıkları eğlenceli anılardan şöyle bahsetmiştir :
    "Bakla tarlasının öteki başına giderdik. Burada zemini bir metre kadar kazar, bizi alacak kadar bir evcik yapar ve bir de küçücük ocak taslağı yaptıktan sonra, “Bekle kardeşim, sana yemek getireyim!” derdi. Getirdikleri, ağzı lüleli küçücük bir testi içinde ayran, peynir ve ekmekten ibaret bir kır kahvaltısı olurdu. Birlikte yerdik. Yiyemediklerimizi oyduğu ocağımsı yere saklardı."
    "Ağabeyim Mustafa'nın başka bir eğlencesi de çiftlik bostanına bize mahsus küçücük bir çardak yapmak olurdu. Çardağı hazırlayınca üstünü ve yanlarını yeşil yapraklı dallarda örter, pencereler yapar ve sonra karpuz ve kavun dilimlerini sıralayarak yarıcıların küçük çocuklarına yedirir, bana da ayrıca ikramda bulunurdu."
    Sahip olduğu gururlu, mücadeleci kişilik ve zekasınında verdiği istek O'nu daha iyisi için devamlı dürtecek ve eğitim öğretim hayatı konusunda daha çocuk yaşlarında ailesiyle beraber çeşitli komik ve serüvenli maceralar geçirmelerine neden olacaktı.
    Zübeyde Hanım ve Hüseyin Ağa, O'nun bu sıkılgan tavırlarınında etkisiyle; küçük Mustafa'nın kopmuş olduğu eğitim ve öğretim hayatına devam ettirmek için düşünmeye başladılar. Hüseyin Ağa öncelikle bulundukları kasabada yer alan küçük bir Hıristiyan mektebine götürmüş fakat buradan memnun kalmayarak : "Ben gavur olamam, orada okuyamam" der. Bunun üzerine çiftlikte bulunan ve okur yazarlığı olan kahyanın Mustafa ile ilgilenmesi rica eder. Fakat Mustafa, yine ayak diretecek ve ev ahalisine şu sözleri sarfadecektir : "Bu cahil adamla ben kafa patlatamam!". Bu sefer annesi ve dayısı küçük Mustafa'yı Halasının yanına Selanik'e götürme ve orada tahsilini devam ettirme kararı alırlar. Mustafa halasının yanına bırakılır. Sert ve katı bir karaktere sahip olan hala, daha geldiği günü Mustafa'yı simit alması için çarşıya yollar. Elinde simitle gelen Mustafa simitleri halasına verir fakat halası simitleri beğenmeyerek geri götürmesini ve değiştirmesini söyler. Artık Mustafa'nın fitili ateşlenmiştir. Cuma gününü bekliyor ve Cuma Namazı için Selanik'teki Hamzabey Camii'ne gelecek olan dayısını görmeye gidiyor. Mustafa dayısının yanına gelerek "Siz beni uşakmı verdiniz halama !" diyerek sert bir çıkış yapıyor ve dayısı ile Selanik'ten Lagaza'da bulunan çiftliğe geri dönüyorlar.

    Mustafa Kemal Atatürk'ün Karnesi. Karne şuan müze olarak kullanılan Selanikteki evde gösterilmektedir.
    Annesi Zübeyde, küçük Mustafa'nın öğrenim hayatına çok önem veriyordu. Kardeşi Hüseyin Ağa ile beraber karar verecek ve Selanik'te bulunan eve gideceklerdi. Dayı Hüseyin Ağa, kardeş Zübeyde'yi ve çocuklarına yanlarına çiftlikteki uşaklarınıda koyarak Selanik'e gönderecektir. Mustafa burada ailenin komşusu olan Hatice Hanım'dan ders almaya başlayacak ve üçüncü ay artık bu derslerdende tatmin olmayacaktır. Zor durumda kalan Zübeyde Hanım eşi Ali Rıza Efendi'nin arkadaşı olan Hüseyin Efendi'yi bularak; Mustafa'yı okula yerleştirilmesi amacıya yardımcı olması için yanına gidiyor ve Hüseyin Bey'in yardımıyla küçük Mustafa Mülkiye Rüştiyesi'ne(mektep, ortaokul) başlıyordu.
    Mülkiye Rüştiyesi'nde okuduğu sıralarda küçük Mustafa eve sinirli bir şekilde geliyor ve dört gün boyunca kimseyle konuşmayarak odasına kapanıyor. Buradan sonrasını Makbule Hanım'ın 1948 yılında Akın Gazetesi'den Selime Seden'e verdiği röportajdan devam edelim.
    "Meğer okulda bir fiil çekimini yapmadığı için hocası kullağını çekmiş. Baya bir çekmiş olacakki kulağı kan toplamış ve o sinirle o gün Rüştiye Mektebi'ne kayıt olması için aracı olan Hüseyin Bey'i bularak yanına gitmiş ve kendisini bu mektepten almasını ve Askeri Rüştiye'ye yerleştirmesini istemiş ve arından sınavlara girmiş. Geçen dört günün ardından ise kapı çalar ve rahmetli babamın arkadaşı Hüseyin Bey kapının ardından beliriverir, anneme ve Mustafa'ya seslenir. Hüseyin Bey muamelenin(işlemlerin) bittiğini söyler. Bu sözlerin ne anlama geldiğinin kimse farkına varmaz fakat Mustafa ise çok sevinir. Bu sevincin nedenini ilk an anlayamayan annem işin aslını öğrenince çok sinirlenir ve Mustafa'ya: "ben seni asker yapamam baban gibi tüccar olacaksın" der. Mustafa ise allta kalmayarak: "Ben asker olacağım, sırtımda basma, top taşıyamam" diye çıkışır. Annem ise gitmesine izin vermez ve belgeyi mühürlemeyeceğini söyler. "
    Makbule Hanım anektodların devamında anne Zübeyde'nin Mustafa'nın Askeri Rüştiye'ye yazılmasına onay vermesinin ilginç bir olayın neden olduğunu söyler ve bu olayı şöyle dile getirir :
    "Annem rüyasında Mustafa'yı altından tepsi içinde olduğu halde bir minarenin tepesinde, korkunç vaziyette görür. Bir takım sesler : "Eğer Mustafa'nın askeri mektebe gitmesine razı olursan, yeri burasıdır. Etmezsen aşağı atarız, bin parça olur!" diyorlar. Annem dehşet içinde uyanıyor ve ertesi gün razı oluyor. İşte ağabeyimin askeri rüştiyesine girmesi hadisesi böyle olmuştur. "

    Askeri Rüştiye sınavlarında başarılı bir sonuç alan Mustafa, dört yıllık okulun ikinci sınıfında başlayacak ve aynı yıl birinci sınıflar lağvedilerek o yıl eğitim-öğretim üç yıla indirilecektir. Kesin olarak bilinmesede 1894 yılında 13 yaşlarında iken Askeri Rüştiye'ye başlayacaktır. Mustafa açısından buradaki eğitim ve öğretim başarılı ve tatmin edici geçmiş; tahmini olarak 15 yaşında iken 1895 yılı sonu veyahut 1896 yılı başında Askeri Rüştiye'den mezun olmuştur.

    "Kemal" isminin hikayesi
    Burada kısa zamanda zekası ve olgun karakteriyle farkını hissedirecek arkadaşlarının arasında ve hocalarının nazarında saygınlığa ulaşacaktır. Ayrıca burada ikinci ismi olan "Kemal" isminide alacaktır. Mustafa ile aynı adı taşıyan Matematik Öğretmeni Yüzbaşı üsküplü Mustafa Sabri Bey Mustafa'yı okuldaki diğer Mustafalardan ayırmak ve değer verdiğini göstermek amacıyla O'na anlamı, 'değerli', 'bilgi ve erdem bakımından olgunluğa ulaşmış kimse' olan "Kemal" ismini layık gördü.

    Mustafa Kemal (Atatürk) Atatürk, "Kemal" ismiyle ilgili olarak şu sözleri nakletmiştir :
    "…Rüştiye'de en çok matematiğe merak sardım. Az zamanda bize bu dersi veren öğretmen kadar, belki de daha fazla bilgi edindim. Derslerin üstündeki sorularla uğraşıyordum. Yazılı sorular düzenliyordum. Matematik öğretmeni de yazılı olarak cevap veriyordu. Öğretmenimin ismi Mustafa idi. Bir gün bana dedi ki: 'Oğlum, senin ismin de Mustafa, benim de… Bu böyle olmayacak. Arada bir fark bulunmalı. Bundan sonra adın Mustafa Kemal (Atatürk) olsun.' O zamandan beri ismim gerçekten Mustafa Kemal (Atatürk) oldu."
    Gençliği
    Gençliği, Eğitim ve Öğretim Hayatı
    Askeri Rüştiye(Ortaokul) Yılları
    Kendi istek ve arzusu üzerine girdiği Askeri Rüştiye sınavlarında aldığı başarılı sonucun ardından net tarihi belli olmamakla birlikte 1894 yılında Askeri Rüştiye'ye (Ortaokul) başlamıştır. Mustafa Kemal (Atatürk), Başarılı rüştiye eğitim ve öğretimi ardından tahmini olarak 15 yaşlarında iken 1895 yada 1896 yıllarında Askeri Rüştiye'den mezun olmuştur. İkinci ismi olan "Kemal" isminide Askeri Rüştiye'de matematik öğretmeni olan Yüzbaşı üsküplü Mustafa Sabri Bey koymuştur.
     
  7. Çilem

    Çilem Profesyonel Üye www.pembeoje.com

    Manastır Askeri İdadisi(Lise-Okul) Yılları

    Mustafa Kemal (Atatürk), Manastır Askeri İdadisi'nde(Lise) eğitim ve öğretim gördüğü yıllarda (1898)
    Selanik'teki Askeri Rüştiye'yi bitirdikten sonra geri kalan eğitim ve öğretim hayatı hususunda kararsız kalan Mustafa Kemal (Atatürk), o sıralarda büyük ölçüde Kuleli Askeri İdadisi'nde devam etme düşüncesinde olduysada Selanik'ten bir yakın dostu ve aynı zamanda bir subay olan Hasan Bey'in tavsiyesi üzerine Manastır Askeri İdadisi'nde(Lise) devam etme kararı alır ve 1896 yılında kaydını yaptırarak "7348" apolet numarası ile burada öğrencilik hayatına başlar. Mustafa Kemal (Atatürk), sonraki zamanlarda ünlü bir hatip olacak olan Ömer Naci ile tanışır ve ahbap olur. Bu kişi Mustafa Kemal (Atatürk)'in hitabet ve edebiyat sanatına olan ilgisinin ve sevgisinin yoğunlaşmasına neden olacaktı. Ayrıca burada ileride yol arkadaşlarında birisi olacak ve Başbakanlık görevinidede bulunacak olan Ali Fethi (Okyar) ile tanışacaktır. Okul döneminde büyük bir rahatsızlık geçirecek olan Mustafa Kemal (Atatürk)'in imdadına annesi Zübeyde Hanım yetişecek ve özel izinle O'nu Selanik'e getirerek özel olarak ilgilenecektir. Manastır Askeri İdadisi'de okuduğu süre içerisinde ailesinide unutmayan Mustafa Kemal (Atatürk), okulların Ramazan Aylarında tatil olması vesilesiyle ellerinde çeşitli hediye ve Manastır Dolma Şekerleriyle ailesini ziyarete gelirdi. Hatta o döneme ilişkin kız kardeşi Makbule Hanım'ın anlattıklarına göre Mustafa Kemal (Atatürk) sık sık :
    Manastır'ın ortasında var bir havuz
    Dimetoka kızları hepsi yavuz
    Manastır ortasında var bir çiçek
    Dimetoka kızları hepsi köçek
    Biz yanar oynarız
    dizeleri içinde barındıran şarkıyı söylermiş. Genç Mustafa Kemal (Atatürk) 3 yıllık orta eğitiminin ardından 1899 yılında Manastır Askeri İdadisi'ni not toplamı kendisi ile aynı olan Ahmet Tevfik'in ardından başarılı bir şekilde, ikincilikle bitirecektir.


    Harp Okulu (Mekteb-i Harbiye-i Şahane) Yılları

    1902 yılında Harp Okulu'nda ikinci sınıfta öğretim gördüğü sıralarda çekilmiş fotoğrafı. Mustafa Kemal (Atatürk)'in sağ yanında oturan kişi Ali Fuat Cebesoy, sol yanında oturan kişi ise Kazım Özalp.
    13 Mart 1899'a kadar Selanik'te ailesinin yanında tatilini geçirdikten sonra vapura binerek İstanbul Pangaltı'da bulunan Mekteb-i Harbiye-i Şahane bu günkü bilinen adıyla Harp Okulu'na "1283" apolet numarası ile kaydı yapılır ve başlar.

    Rumi 1315(1899) kayıt nüshalarındaki künye defterinde kaydı ile ilgili olarak şunlar belirtilmiştir :
    "Selanik'te Koca Kasım Paşa Mahalleli Gümrük Memurlarından müteveffa Ali Rıza Efendi'nin mahdumu uzun boylu, beyaz benizli Mustafa Kemal (Atatürk) Efendi Selanik 96"

    Genç Mustafa Kemal (Atatürk) artık Harbiyeli Mustafa Kemal (Atatürk) olmuş ve burada da eğitim ve öğrenim hayatını dolu dolu yaşayarak dereceler elde etmeye devam etmiştir. Harp Okulu'ndan oda arkadaşı olan ve sonradan gerek Cumhuriyet öncesi verilen mücadelede gerek Cumhuriyetin ilanından sonra yakınen birlikte çalışacağı ve aynı zamanda Başbakanlık görevinde de bulunacak olan Ali Fuat Cebesoy'un okul yıllarında Mustafa Kemal (Atatürk)'i tarifine göre; 17-18 yaşlarında sarı saçlı ve sarı bıyıklı, açıktenli, pembe yanaklı, parlak mavi gözlere sahip zayıfça birisiydi. Mustafa Kemal (Atatürk) Harp okulunda yabancı dile vakıf olan nadir öğrencilerden birisiydi ve Fransızca sınavında elde ettiği başarı nedeniyle kıyafetinde bulunan önceki kırmızı kıdem şeritlerine ek olarak sarı şeritte eklenmiştir. Burada Kayıtlar neticesinde sınıf sınıf ders notları ve başarı sıralaması şu şekildedir :
    Birinci Sınıf
    Mustafa Kemal (Atatürk) 1899-1900 eğitim-öğretim yılında yani birinci sene Piyade sınıfından eğitim ve öğretime devam eden toplam 610 arkadaşı arasından, toplam 484 not alarak ve 9. olarak ikinci sınıfa geçmiştir. Bu seneki not çizelgelerine göre derslerin toplam not üst sınırı 530, derslerin toplam not alt sınırı 234 idi.
    Birinci sınıfta verilen dersler ve bu derslerden aldığı notlar şu şekildedir : "Akaid-i Diniye (42), Topoğrafya Nazariyatı (33), Hendese-yi Resmiye (29), Hikmet-i Tabiye (44), Kimya (42), Kitabet (45), Talim Nazariyatı (37), Malumat-ı ve Terbiye-yi Askeriye (45), Lisan-ı Fransevi (44), Harita Tersimi (19), Hendese-yi Resmiye Eşkali (20), Topoğrafya Ameliyatı (20), Talim Ameliyatı (20), Alman veya Rus Lisanı (44)"


    İkinci Sınıf
    Mustafa Kemal (Atatürk), 1900-1901 eğitim-öğretim yılında yani ikinci sene Piyade sınıfından eğitim ve öğretime devam eden toplam 445 arkadaşı arasından, toplam 522 not alarak ve 11. olarak üçüncü sınıfa geçmiştir. Bu seneki not çizelgelerine göre derslerin toplam not üst sınırı 575, derslerin toplam not alt sınırı 256.5 idi.
    İkinci sınıfta verilen dersler ve bu derslerden aldığı notlar şu şekildedir : "Akaid-i Diniye (45), Hizmet-i Seferiye (38), Dahiliye Kanunname-i Hümayunu (45),Fenn-i Mimari (41), Fenn-i Furusiyyet Nazariyatı (45), Lisan-ı Fransevi (42), Talim Nazariyatı (43), Malumat-ı ve Terbiye-yi Askeriye (31), İlm-i Ahlak (43), Kılıç Talimi (12), İstikşafat-ı Askeriye (14), Harita Tersimi (18), Talim Ameliyatı (20), Ceza Kanunname-yi Hümayunu (44), Alman veya Rus Lisanı (41)."
     
  8. Çilem

    Çilem Profesyonel Üye www.pembeoje.com

    Üçüncü Sınıf
    Mustafa Kemal (Atatürk) 1901-1902 eğitim-öğretim yılında yani ikinci sene Piyade sınıfından eğitim ve öğretime devam eden toplam 445 arkadaşı arasından, toplam 492 not almıştır. Bu seneki not çizelgelerine göre derslerin toplam not üst sınırı 530, derslerin toplam not alt sınırı 234 idi.
    Üçüncü sınıfta verilen dersler ve bu derslerden aldığı notlar şu şekildedir : "Sınıf-ı Salise Tabiyesi (41), İstihkamat-ı Hafife (40), Fenn-i Esliha (45), Hıfzı's- Sıhha-yı Askeri (45), Coğrafya-yı Askeri (42), Devlet-i Aliyye Ordu Teşkilatı (43), Talim Nazariyatı (44), Malumat ve Terbiye-yi Askeri (41), Lisan-ı Fransevi (43), İstikşafat-ı Askeriyye (17), İstihkam Eşkali (18), Talim Ameliyatı (19), Tabiye Tatbikatı (18), Alman veya Rus Lisanı (36)"

    Öğrencilerin üç senede aldıkları yıl sonu notlarının toplamı neticesinde Mustafa Kemal (Atatürk), 10 Şubat 1902 yılında; 1498 not toplamı ile Harp Okulunu, Piyade Sınıfı'nı 8. sırada bitirecek, 5998 numaralı diplomasını alarak Teğmen rütbesiyle okulundan mezun olacaktır.



    Ocak 1905 tarihinde Harp Akademisinden Mezun olduğu sıralarda
    Harp Akademisi (Erkan-ı Harbiye Mektebi) Yılları
    Mustafa Kemal (Atatürk), 1902 yılının Pazartesi gününe rastlayan 10 Şubat'ında Harp Akademisi'ne girmiştir. Akademi yıllarında da gerek zekası gerek kişilik ve karakteri özellikle cesur duruşu ve düşüncelerini ifade etmekten çekinmeyen tavırları onu parmakla gösterilecek birisi haline getirmiştir. Mustafa Kemal (Atatürk) burada arkadaşlarıyla sık sık memleketin idaresi ve yönetimi konusunda konuşur ve birbirlerine fikirler sunarlardı. Mustafa Kemal (Atatürk)'in ülke yönetimiyle ilgili kaygıları bu dönem su yüzüne çıkıyor ve birşeyler yapılması gerektiğini sık sık, cesur bir şekilde uzanıyordu. Aslında onun bu fikirleri çocukluk yıllarına kadar dayanıyordu. Kız kardeşi Makbule Hanım'ın anlattıklarına göre bir kış gecesi Anne Zübeyde ile oğul Mustafa arasında bir olay cerayan ediyor :

    1952–1953 yılları arasında Yeni İstanbul Gazetesi'nde Mustafa Kemal (Atatürk) Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Hanım ile yapılan söyleşinden derlenerek yayınlanan "Büyük Kardeşim Atatürk" başlıklı yazı dizisinin bir bölümünde Makbule Hanım gelişen olayı anlatır :
    "hiç unutmam bir kış gecesi, büyük kardeşim sobaya birkaç odun attıktan sonra mindere oturmuş ve kitaplarını karıştırmaya başlamıştı. annem sordu: "ne okuyorsun oğlum?" büyük kardeşim hemen cevap verdi : "tarih.. plevne muharebeleri, osman paşa.."

    annem bir şey söylemedi ve derin düşüncelere daldı. ve sonra yerinden kalkarak büyük kardeşimin saçlarını okşadı, okşadı: "i̇nşallah sen de onun gibi olursun mustafam!" dedi.

    gözleri yaşlar içindeydi annemin.. belki, bu büyük türk kahramanının ruslarla güreştiği günleri hatırlamıştı. o yılın şiddetli kışını kim unutabilir? askerine örnek olmak için karakışta çadırda oturan osman paşa'yı kim unutabilir? osman paşa, o zaman, en son ümittir. büyük kardeşim, kitabını mindere bıraktı: "büyük bir paşa o, anne! fakat bahtsız bir paşa.. dilediği gibi iş göremeyen bir paşa.. bir paşanın eli, ayağı bağlı olursa iş göremez, anne.. bu kitapta yazıyor.. tuna boyundaki ordumuzu i̇stanbul sarayı idare etmiş ve ordumuz da onun için yenilmiş.. ben kendi ordumu kendim idare edeceksem paşa olurum, anne.. kuru paşalıktan ne çıkar? maksat vatana hizmet!"

    Teğmen Mustafa Kemal (Atatürk) 1903 yılında üsteğmen olacak, 11 Ocak 1905 yılında ise Harp Akademisi'nden Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle mezun olacaktır.


    Mustafa Kemal (Atatürk) 29 Kanunuevvel 1320, yani 11 Ocak 1905 Çarşamba günü :
    "Erkan-ı Harbiye Yüzbaşılığı ile mektepten neşet ederek sunuf-u selasede bölük idare ve kumanda etmek üzere atik 5nci Ordu'ya memur buyrulmuştur."


    Kurmay Mustafa Kemal (Atatürk)'in Harp Akademisi'ndeki birinci ve ikinci sınıflarda okuduğu dersler, notları ve başarı sıralaması şu şekildedir :

    Birinci Sınıf
    Mustafa Kemal (Atatürk), Harp Akademisi'ndeki 1902-1903 eğitim-öğretim yılında yani ilk senesinde eğitim ve öğretime devam eden 42 arkadaşı arasından, toplam 479 not almış ve 8. olmuştur.
    Harp Akademisi'ndeki ilk eğitim ve öğretim yılında verilen dersler ve bu derslerden aldığı notlar şu şekildedir : "Coğrafya-yı Sevkü'l-Ceyş (32), Talimgah-ı Hafife Tatbikatı (41), Fenn-i Esliha Nazariyatı (38), Tarih-i Fenn-i Harp (35), Fransızca (36), Mübahis-i Riyaziye (43), Talim Nazariyatı (45), Kitabet-i Askeriye (39), Tabiye Nazariyatı (33), Muharebat-ı Meşhure Münakaşası (32), Almanca veya Rusça (33), Mufassal Topografya (34), İstikşafat-ı Askeriye (18), Talim Ameliyatı (20)."


    İkinci Sınıf
    Mustafa Kemal (Atatürk), Harp Akademisi'ndeki 1903-1904 eğitim-öğretim yılında yani ilk senesinde eğitim ve öğretime devam eden 40 arkadaşı arasından, toplam 480 not almış ve 6. olmuştur.
    Harp Akademisi'ndeki ikinci eğitim ve öğretim yılında verilen dersler ve bu derslerden aldığı notlar şu şekildedir : "Topçuluk ve Topçu Tabyası (45), Muharebat-ı Meşhure Münakaşası (38), Coğrafya-yı Sevkü'l-Ceyş (45), İstihkamat-ı Cesime (35), Tabiye Tatbikatı (36), Ecnebi Ordu Teşkilatı (43), Tabakatü'l-Arz(39), Fransızca (38), Talim Nazariyatı (43), Mübahis-i Riyaziye (45), Almanca veya Rusça (42), İstikşafat-ı Askeriye (16), Talim Ameliyatı (20)."
    Askerlik Dönemi ve Hayatı
    Askerlikteki İlk Günleri ve Sürgünde Geçen Yıllar
    Suriye(Şam) Sürgünü, Cemiyet Çalışmaları ve Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı)

    Mustafa Kemal (Atatürk) sürgünde olduğu Suriye'nin Şam vilayetindeki görevi sırasında (1906).

    Mustafa Kemal (Atatürk), Beşinci Ordu emrindeyken subay arkadaşları ile Beyrut'ta (15 Temmuz 1906), Fotoğrafın en solunda oturan kişi.
    Mustafa Kemal (Atatürk), çocukluğundan beri yanlış bir yönetimin varlığından dem vurur ve yönetimin kökü olan Saltanat'ın aleyhine arkadaşlarıyla beraber toplantılar düzenlerdi. Makbule Hanım'ın aktardığı bilgilere göre Mustafa Kemal (Atatürk) Harbiye Akademisi mezuniyeti sonrası İstanbul'da 7 arkadaşıyla beraber bir bekar odası tumuşlar. Mustafa Kemal (Atatürk) ve arkadaşları artık Monarşi için tehdit oluşturabilecek tüm özelliklere sahip bir vaka haline gelmiş ve bu tehlikenin önüne geçilmesinin vaktide giderek yaklaşıyordu. Mezuniyet hemen ardından eve baskın düzenlenir ve Mustafa Kemal (Atatürk) göz altına alınır. Mustafa Kemal (Atatürk) göz altı sırasında "Tam okulu bitirdiğimde mükafat beklerken, ceza mı alacağım?" diye söylenir. Götürüldüğü yerde görecektirki sadece kendisi değil ev arkadaşları diğer bir başka değişle dava arkadaşlarıda göz altına alınmıştır. Göz altısının büyük bir bölümünü arkadaşlarından ayrı olarak Taşkışla'da geçirir ve Padişah tarafından affedilir. Yine Makbule Hanım'ın söylediklerine bakılırsa toplam gözaltı süresi 40 gün kadar sürmüştür.

    Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) rütbesine layık görüldüğü sıralarda (20 Haziran 1907).
    Affedilen ve serbest bırakılan Mustafa Kemal (Atatürk), 5 Şubat 1905 tarihinde Süriye'nin Şam şehrine 5. Ordu'nun emrinde göreve; sürgüne gönderilir. Burada devletin işleyişi ve aksaklıklarına içinden birisi olarak daha yakından gözleme fırsatını yakalamış oldu. 1906 yılının Ekim ayında Binbaşı Lütfi Bey, Dr. Mahmut Bey, Lüfti Müfit Bey ve askeri tabip Mustafa Bey (Cantekin) ile birlikte "Vatan ve Hürriyet" adını verdikleri cemiyeti kurarlar, tarihler 1906 yılının Ekim ayını gösterir. Cemiyet Beyrut, Yafa ve Kudüs gibi yerleşim yerlerinde de şubleri açıldı. Mustafa Kemal (Atatürk), daha sonra gizli olarak Mısır ve Yunanistan yoluyla Selanik'e geçecek Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin bir diğer şubesini orada açacaktır. Selanik'e izinsiz olarak giden Mustafa Kemal (Atatürk) arandığını öğrenince ağabeylik yapan Albay Hasan Bey, Yafa'ya dönüp oranın komutanı Ahmet Bey'e Mısır sınırında Birüssebi'ye gönderildiğini birdirmesini önerdi. Ahmet Bey de Mustafa Kemal (Atatürk) Bey'i Birüssebi'ye tayin etti ve bir süre sonra topçu staj için tekrar Şam'a gönderildi. 20 Haziran 1907 tarihinde Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu ve 13 Ekim 1907'de merkezi Manastır'da bulunan 3. Ordu Karargahına atandı. Bu Karargahın Selanik'teki şubesinde çalışmak üzere Selanik'e geldi. Ancak Selanik'e vardığında 'Vatan ve Hürriyet'in şubesinin İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne ilhak edildiğini öğrendi. Bu yüzden kendisi de 1908 Şubat ayında İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye oldu (üye numarası: 322). 22 Haziran 1908 tarihinde 3. Ordu'da ki görevine ek olarak Rumeli Doğu Bölgesi Demiryolları Müfettişliği görevi verildi.
    Tüm bunlar yaşanırken, Rumeli'de büyük faaliyet gösteren "İttihat ve Terakki Cemiyeti" Abdülhamit'i,1876 Anayasasını yeniden yürürlüğe koymaya ve kapatılan Meclis-i Mebusan'ı tekrar toplantıya çağırmaya zorlamaktadır. "Ittihat ve Terakki Cemiyeti nin bu girişimleri adım adım II. Meşrutiyetin ilanına uzandı.
     
  9. Çilem

    Çilem Profesyonel Üye www.pembeoje.com

    Hareket Ordusu Kurmay Başkanı Kolağası(Kıdemli Yüzbaşı) Mustafa Kemal (Atatürk), arkadaşları ile İstanbul'da (Nisan 1909).
    1909; 31 Mart Vakası ve Hareket Ordusu
    II. Meşrutiyet ilan edilmiş ancak ülkedeki tansiyonu düşürmek yerine aksine yükseltmiştir. Aşırı dinci önderlerin "din elden" gidiyor olarak özetledikleri yenilikleri bahane etmişler, Meşrutiyet'in nedeni olan İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri artık devlet düzeninde söz sahibi olması ve muhalif kesim olan aşırı dinci görüşe sahip bazı gazeticilerin o dönem öldürülmeleri fitili ateşlemiştir. 12 Nisan'ı 13 Nisan'a bağlayan gece, Osmanlı Devleti Başkenti İstanbul'da bulunan Taksim Kışlası'ndaki Avcı Taburu'na bağlı İttihat ve Terakki muhalifi askerler Heyet-i Mebusan'ın önünde toplanırlar ve isteklerini sert bir şekilde dile getirirler. 31 Mart Vakası olarak anılmasının nedeni ise isyanın başladığı tarihin yani 13 Nisan 1909 tarihinin Rumi Takvime göre 31 Mart 1325'i göstermisidir ve o dönem kullanılan takvim ise Rumi Takvimdir. Hüseyin Hilmi Paşa'nın başını çektiği hükümet üyelerinin tek tek istifa etmeside tepkiyi dindiremez. Halkın bir bölümünün de destek vermesi isyanı daha da şiddetlenir. Devlet görevlileri linç edilmeye, İttihatçı askerler ve mebuslar öldürülmeye başladı.

    Mustafa Kemal ve Harekat Ordusu Kurmay ve Subayları ile beraber Selanik'ten İstanbul'a doğru gelmelerinden hemen önce (1909).
    İstanbul'da denetimi elinden kaçıran İttihat ve Terakki'nin merkezi olan Selanik'te ki 3. Ordu'yu hazırlar. Bu sırada 3. Ordu'ya bağlı Selanik Redif Fırkası'nın Kurmay Başkanlığına Mustafa Kemal (Atatürk) getirilir. Ordu girmeden önce Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan üyeleri Yeşilköy'de toplanırlar ve bu girişimin meşruluğunu onaylarlar. Hareket Ordusu Selanik ve Edirne'den yola çıkarak Mirliva Mahmut Şevket Paşa komutasında 1909 yılı 19 Nisan günü Osmanlı Devleti başkenti, isyanın baş gösterdiği yer olan İstanbul'a girer. Orduğunun girdiği gün Mustafa Kemal (Atatürk)'in kaleme aldığı bir bildiri yayınlanır. İsyan kısa sürede bastırılır ve sıkıyönetim ilan edilerek isyanda başı çekenler Divan-ı Harp'te yargılanarak ölüm cezasına çaptırılırlar. Ancak tüm bunlar yetmez ve Osmanlı Devleti Padişahı II. Abdülhamid, Meclis-i Umumi Milli adı altında birlikte toplanan Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan tarafından tahttan indirilir ve sürgüne gönderilerek yerine V. Mehmet Reşat'ın tahta oturtulması kararlaştırılır.
    Mustafa Kemal (Atatürk), isyanı başarılı bir şekilde bastırdıktan sonra 16 Mayıs 1909 tarihinde İstanbul'dan ayrılarak Selanik'e geri döner. Selanik'te geçirdiği süre içerisinde ise askeri eğitim konuları üzerinde telif ve tercüme eserler hazırlıyordu.
    Mustafa Kemal (Atatürk) ordunun, İttihat ve Terakki Cemiyeti" ile sıkı alakasının ve siyasete karışmasının tehlikelerini sezinlemeye başlamış, buna karşı duruşunu sık sık dile getirmenin yanında 22 Eylül 1909 tarihinde Selanik'te toplanan İttihat ve Terakki Bûyük Kongresinde açıkça dile getirir ve aradaki anlaşmazlık artık su yüzüne çıkmış, sonradan devam edecek olan anlaşmazlığın ise başlangıcı olmuştur.

    Picardie Manevralarına katlan davetli gözlemci subayları arasında (Sağdan dördüncü: Mustafa Kemal (Atatürk) Bey, Fransız Albay Hirschauer'un açıklamasını dinlerken)
    Mustafa Kemal (Atatürk), Selanik'teki görevini başarı ile yürütürken 12 - 18 Eylül 1910 tarihleri arasında Fransa'da düzenlenen Picardie Manevraları'na gönderilir. Uçakların deneme uçuşların izlediğin anda uçaklardan birisine binmesi teklif edilir fakat yanında bulunan komutanın uyarması üzerine uçağa binmekten vazgeçer. Bu olayı kimi yazarlar yanındaki askeri yetkilinin değilde Mustafa Kemal (Atatürk)'in "şahsi reddi" olduğunu belirtirler. Binmesi teklif edilen uçak ise yere çakılır ve içinde bulunanlar ölür. Fransa'da geçirdiği süre boyunca Fransız Ordusunu ve komutanlarını yakından tanıdı.
     
  10. Çilem

    Çilem Profesyonel Üye www.pembeoje.com

    1911 - 1912; Arnavutluk İsyanı ve Trablusgarp Savaşı
    1910 yılında Arnavut kabilelerin küçük çapta ayaklanmalarıyla başlayan isyan, Mart 1911'de Kuzeyli Katolik Arnavutlarının arasında yayılmasıyla şiddetli bir hal aldı. Müdahele kaçınılmaz hale gelir ve öncelikle bölgeye bir tümen asker gönderilir ancak isyan bastırılamaz. Daha sonra Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa Selanik'e gelerek harekat ordusunu hazırlar. Bu sırada 15 Ocak 1911'de 3. Ordu'daki görevinden alınacak olan Mustafa Kemal (Atatürk) 5. Kolordu Karargahı'nda görevlendirilecektir. İsyana müdahelenin belirmesiyle Mahmut Şevket Paşa yanına Mustafa Kemal (Atatürk)'i göreve çağırır. Artık isyanı bastırmak üzere toplanan ordu hazırdır. Harbiye Nazırı Mahmut Şevket komutasındaki Osmanlı Ordusu Arnavutluk'a doğru harekata koyulur ve isyan bir ay içerisinde bastırılır. Kaynak

    Mustafa Kemal (Atatürk) Derne bölgesinde Mücahitlerle (1912).
    Harekattan dönen Mustafa Kemal (Atatürk) anlam veremesede Selanik'te bulunan 38. Piyade Alayı'na göreve gönderilir. Bu görevinde de muvaffak olmayı başaran Mustafa Kemal (Atatürk) çevresinde itibarını arttırmaya devam eder ancak 3. Ordu Müfettişliği bu durumdan pek memnun değildir. Selanik'ten uzaklaştırılarak 27 Eylül 1911 tarihinde İstanbul'da Genelkurmay Başkanlığı'nda bir göreve tayin edilir ve bir süre görevini sürdürdü. Tam bu sırada İtalyan kuvvetleri Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yeralan Libya'nın, 3 büyük bölgesinden birisi olan Trablusgarp bölgesine işgaller gerçekleştirmeye başlamıştır. Mustafa Kemal (Atatürk) İstanbul Genel Kurmay'daki görevinden azlini isteyerek Trablusgarp bölgesinde görev almak üzere 15 Ekim 1911'de yola koyulur. Mustafa Kemal (Atatürk), gazete muhabiri Şerif Bey takma adıyla Mısır üzerinden Trablusgarp'a geçti ve 1911 27 Kasım günü Binbaşı oldu. Buradan 18 Aralık 1911 tarihinde arkadaşlarıyla Bingazi'ye hareket etti. Bingazi'de de yerel halkı İtalyanlara karşı örgütlemeye devam etti. Daha sonra Tobruk'a geçerek buradaki gönüllü mahalli kuvvetlerin başında bulundu ve 22 Aralık'ta buradaki İtalyan kuvvetlerini dize getirerek Tobruk Savaşı olarak bilinecek olan savaşı kazandı. Buradanda Derne bölgesine geçen Mustafa Kemal (Atatürk), 16/17 Ocak 1912 tarihinde İtalyan kuvvetlerine karşı düzenlenen taarruz sırasında gözünden yaralanacak ve bir ay tedavi ve müşahedenin ardından 11 Mart 1912 tarihinde Derne Komutanlığı'na getirilerek bölge topraklarını savunmak için elinden gelen tüm çabayı gösterdi. Gerek Mustafa Kemal (Atatürk), Enver Paşa, Ahmed Fuat Bulca, Nuri Conker ve Ali Fethi Okyar gibi gönüllü vatanseverler gerek oradaki yer silahsız ve talimsiz vatansever halk bu işgal karşısında fazlasıyla direnmiş, mücadele etmiş ve binlerce şehit'in yanında düşmana binlerce kayıp verdirmişsede toprak kaybını önleyememiştir.

    1912-1913; Balkan Savaşları
    1912 yılı Ekim ayında Osmanlı Devleti ve arkasına Rusya İmparatorluğunu alan; Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ arasında Birinci Balkan Harbi meydana gelecektir. Bunun üzerine Mustafa Kemal (Atatürk), 24 Ekim 1912'de Trablusgarp'tan hareket ederek İstanbul'a geldi. 21 Kasım 1912'de Gelibolu'da bulunan Bahr-i Sefid (Akdeniz) Boğazı Kuvay-ı Mürettebesi Komutanlığı Harekat Şubesi Müdürlüğü'ne atandı. Bu atama üzerine Gelibolu'ya geldi. Olaylar süratle gelişmiş, baba memleketi Selanik düşmüş, Bulgar Ordusu ilerleyerek Çatalca'ya kadar gelmişti. Bu elim vaziyet kendisini çok üzdü. Daha sonra Haziran 1913 tarihinde Bulgaristan'ın yalnız kalacağı İkinci Balkan Harbi Meydana gelir. Mustafa Kemal (Atatürk) Gelibolu'ndaki görevinden Bolayır Kolordusu Kurmay Başkanlığı görevine getirilir. Bulgaristan'ın savaşta ağır kayıplar vererek Doğu Trakya'daki birliklerini batıya kaydırmasıyla kaybedilen Dimetoka ve Edirne Mustafa Kemal (Atatürk)'in göstermiş olduğu çabalarında katkısıyla geri alınmıştır.

    1913-1915; Ataşemiliterliği(Askeri Ataşe) Dönemi

    Atatürk; Sofya Ataşemiliteri iken, verilen kostümlü baloya yeniçeri kıyafeti ile katılmıştır (1913).
    Balkan Savaşlarının ardından Mustafa Kemal (Atatürk), 27 Ekim 1913 tarihinde Sofya Askeri Ateşeliğine atanarak, yakın arkadaşı olan Ali Fethi Bey(Okyar)'in altında görev aldı ve bu görevi sırasında 1 Mart 1914 tarihinde yarbaylığa terfi etti. Sofya'daki görevi süresi içinde "Subay ve Komutan İle Konuşmalar" adlı eserini kaleme almış ve edindiği tecrübe ve bilgileri, ordudaki aksalıkları ve sorunları bilmeleri için üstlerine sunmuştur aynı zamanda. 11 Ocak 1914 tarihinden itibaren Belgrad ve Çetine Askeri Ateşeliğini yürütme görevi de Mustafa Kemal (Atatürk)'e verildi. Ateşelik görevi 1915 yılının ocak ayına kadar sürdü.

    1914 - 1918 Birinci Dünya Savaşı

    Ateşelik görevi sırasında; 28 Haziran 1914 tarihinde, Saraybosna'da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu prensi Arşidük Franz Ferdinand'a suikast düzenlenir ve Birinci Dünya Savaşı için fitil ateşlenmiş olur. Bu olaydan sonra 1 Ağustos 1915 yılında Almanya, Rusya'ya savaş ilan eder ve böylece Birinci Dünya Savaşı Resmi anlamda başlamış olur. Savaşa dahil olan devletler, İtilaf ve İttifak kuvvetleri olmak üzere iki cepheye, iki kutupa ayrılmıştır. Mustafa Kemal (Atatürk) gelişen siyasi ve askeri olayları büyük bir dikkatle izlemekte; bir taraftan da görüş ve düşüncelerini Harbiye Nezaretine bildirmekte idi. Ona göre katılma zorunlu hale gelmedikçe Osmanlı Devleti bu büyük savaşın dışında kalmalıydı. Ancak olayların süratle gelişmesi 29 Ekim 1914'te Osmanlı Devletini de ister istemez İttifak Devletleri yanında harbe girmek mecburiyetinde bıraktı. Mustafa Kemal (Atatürk), bu gelişmeler üzerine Başkumandanlıktan kendisine faal bir hizmet istedi ise de uzun süre bu isteği yerine getirilmedi. Nihayet ısrarı üzerine, kendisini 20 Ocak 1915 tarihinde, 3. Kolordu emrinde Tekfurdağ (Tekirdağ)'da teşkil edilecek 19. Fırka komutanlığına yani Tümen Komutanlığına tayin edilir. Mustafa Kemal (Atatürk), bu tayin üzerine Sofya'daki ateşelik görevini bırakır ve Sofya'dan ayrılarak İstanbul a döner. Hemen görev yeri olan Tekirdağ'a gider ve komutası altında bir tümen oluşturur. Bu Tümen kısa süre sonra görülen lüzum üzerine 25 Şubat 1915'te Tekirdağ'dan Maydos (Eceabat)'a nakledilir. Mustafa Kemal (Atatürk) burada, 19. Tümene ilaveten 9. Tümenin 2 Piyade Alayı ve bazı topçu birlikleri de emrine verilerek Maydos Mıntıkası Kumandanı olarak görev yaptı.

    1915 - 1916 Çanakkale Savaşı, Çanakkale Zaferi

    Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk) Çanakkale Savaşı sırasında kahraman Türk askerleriyle cephede.
    23 Mart 1915 tarihinde Müstahkem Mevki Komutanlığı emri üzerine; Mustafa Kemal (Atatürk) komutasındaki 19. Tümen, Eceabat bölgesinde ihtiyaç görülmesi halinde bekletilmeye başlandı. Gelibolu Yanmadasında önemli olaylar oluyor, İngiliz donanması 18 Mart 1915 günü Çanakkale Boğazı'nı geçmeye teşebbüs ediyor ancak kıyıda bulunan topçu Osmanlı askerleri sahip oldukları mühimmatın miktarı ve etkisinin azlığına rağmen büyük bir özveriyle başarılı bir savunma gerçekleştirerek İngiliz Donanmasına büyük bir zayiat vererek geri dönmelerini sağlayacak ve Çanakkale Geçilmez destanının ilk bölümünü yazacaklardır.
     

Sayfayı Paylaş